kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 22 Temmuz 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC

Sultan Ahmet'in maruzatı var

Nedim GÜRSEL
Artık adım Sultan Ahmet değil, şimden gerü Kel Ahmet. Bana yakışan da belki bu. Tahttan indirildiğimden beri ne sarayım kaldı ne haremim. Ne de servetim. Başımdaki kirli sarık ve şu entariden başka dikili bir ağacım bile yok. Ben ki ne bitkiler ne çiçekler, kırmızı, sarı, mor hatta siyah laleler bahçevanıydım. Yedi düvelin elçileri şereflendirirdi helva sohbetlerimi. Velinimetim, padişahımız efendimiz Mahmut iyidir, anlayışlıdır. Biraz şaşı ve kamburdur ama, o kadar kusur kadı kızında bile bulunur. Hem melankoli illetinden de mustariptir. Boğaz'da mehtaba çıkmaya, şiir yazıp beste yapmaya bayılır. Ne de olsa saltanatım boyunca aralıksız yirmi yedi yıl, yani benim gibi ve benden önce Kafes Kasrı'nda göz hapsinde tutulmuştur. O göz hapsindeyken cariyelerle oynaşır, şiir yazar, satranç oynar, lale ekip gününü gün ederdi. Şimdi elin itleriyle uğraşıyor. Geçenlerde birkaç soyguncu Sipahi Pazarı'nı basıp mal yağmaladı. Kısa zamanda İstanbul'un tüm serseri ve berduşları çevrelerinde toplandı. Derken Bitpazarı'na, oradan Kazancılar'a yürüdüler. Amaçları, Etmeydanı'na inip yeniçerilere kazan kaldırtmaktı. Sada-yı hay huy ile Bayezid Camii avlusunda epeyce bir kalabalık oluştu. Ben bütün bu olup bitenleri göremiyordum tabii, ama hizmetkârlarımdan dinliyordum. Derken efendim, serseriler gövde gösterisine başlayınca esnaf dükkânlarını kapayıp evlerine çekildi. Niceleri gibi Beşir Ağa'nın hıncına uğrayarak sadaret mührü elinden alınıp Yeğen Mehmet Paşa'nın yerine getirilen Sadrazam Hacı Ivaz Mehmed Paşa Sa'dabad'da işrette, padişah Beykoz'da binişteydi. Nişancı Ahmet Paşa'yla Yeniçeri Ağası Seyyid Hasan Paşa, olay yerine teşrif ederlerken Bayezid Kulluğu çorbacısı Hasan Ağa sopa kapıp kulluk neferleri ve yiğit birkaç esnafla yağmacılara saldırdı. Bayraktarları öldürülen isyancılar dağıldı, pek çoğunun da kafası koparıldı. Beykoz'daki ziyafetten alel acele dönen yeğenim Padişah Mahmut, Kanlıca'da Bahai Körfezi'nde iken olayların yatıştığını öğrenerek doğruca saraya geldi. Sadrazamı ve yeniçeri ağasını kola çıkmakla görevlendirdi. Yağmacılara destek veren Arnavutlar, hamamlarda oğlan düzerken yakalanıp haşlanmak suretiyle idam edildiler. Çarşılarda tellal gezdirilip bu tür olaylar karşısında esnafın dükkân kapatmaması, kapatanların cezalandırılacağı duyuruldu. Bu arada, bir Yahudi esnafla Müslüman müşterisi arasında çıkan kavga sırasında, kol gezen salma çuhadarı, kaçan müşteriyi yakalamak isterken Mercan Çarşısı esnafı, adamı soyguncu zannedip, sırık darbeleriyle öldürdü. Yanlış bilgilendirilen Sadrazam, Mahmut'a ivedi olarak 'Yeni bir Bayezid vak'ası zuhur etmiştir!'' haberini gönderdi. Olayın aslı öğrenilince padişah küplere bindi ve sadrazamı azledip yerine Yekçeşm Ahmet Paşa'yı getirdi. Ben de padişahken böyle çok sadrazam azledip boğazlattım. Sahi size kendi öykümü anlatacakken çenem düştü yine, devr-i Mahmut'tan söz etmeye başladım. Evet, Mahmut iyidir diyordum, gel gör ki onu kısır eden de benim, yıllarca babasıyla, yani tahtı bana bırakan öz be öz amcamla göz hapsinde tutan da. Hekim başına hazırlattığım iksiri her gün biraz aşına kattırıp kısır ettim oğlanı. Ne kadın efendileri Ayşe, Hatice, Hatem, Raziye, Tiryal ve Verdinaz'dan ne de dört ikbalinden çocuğu olur artık. Nerden mi biliyorum bunları? Kendinden elbet. Hayır, Kafes Kasrı'na gelip bana bizzat kendi anlatmadı. Ama haremindekileri kayda geçirtmiş. Şu an yeğenim padişah Mahmut'un hareminde on yedisi kilerde, altısı külhanda, yirmi üçü diğer hizmetlerde, yetmiş dokuzu şehzadelerin, doksan sekizi kadın efendilerinin dairelerinde olmak üzere tam dört yüz elli altı cariye bulunmaktadır. Bulunmaktadır ama hiçbirinden çocuk peydahlayamamaktadır padişahımız. İstediği kadar kuvvet macunu yesin, nafile. Hah! Hah! Hah! Güldüğüme bakmayın, içim kan ağlıyor. Yine benim oğlanlardan sürecek hanedanın zürriyeti. Onlar da beş akçe etmez. Çoğu bebekken öldü zaten, sayılarınıysa ben dahil kimse bilmez. Evet, benim Mahmut'a ettiğim kötülüğü, o bana etmedi. Ne yapalım, kader. Kaderin esiriyiz hepimiz. Allahıma şükür, iyi günlerim de oldu. Feleğin sillesini yemeden önce Osmanlı mülkünün tek sahibiydim. Azgın Tuna'dan Deli Fırat'a, Karpatlar'dan Kafkaslar'a, Azor Adaları'ndan Kızıldeniz'e hükmüm geçerdi. Kutsal emanetlerin sahibiydim. Cennet mekân atalarım gibi ben de cihan padişahı ve halifeydim. Çok sefa sürdüm gerçi, bir o kadar da cefa çektim. Nice sadrazamımın boynunu vurdurttum ki devlet nizama gire. Güzel İstanbul'u da ben imar ettim. Sa'dabat'ta köşklerim, Boğaz'da yalılarım, sur içinde saraylarım, saraylarımda boy boy, renk renk kavuklarım ve dalkavuklarım vardı. Yalnızca dalkavuklarım mı? Kullarım da vardı elbet. Ve kadınlarım. Hace Ayşe, Mihrişah, Hatem, Musli, Rabia Şermi, daha sayayım mı? Sonra atlarım, vakıflarım, han ve hamamlarım, yaptırdığım mermer çeşmelerden hâlâ akan şifalı sularım, kuvvet macunlarım, saltanat kayıklarımla mimarlarım. Saf saf dizilip, kâfir üstüne sefer eyleyen ordularım. Neyse uzatmayayım. Aklınıza ne gelirse, her şeyim vardı işte. Ben, şehvet ve rüşvet düşkünü Deli İbrahim'in torunu, altı buçuk yaşında tahta çıkıp saltanatının kırkıncı yılında hal edilen Avcı Mehmed'in oğlu ve Şimşirlik Kasrı'nda tam kırk üç yıl göz hapsinde tutulduktan ve ilm-i nücumla uğraşmak zorunda bırakıldıktan sonra tahta çıkabilen Sultan II. Ahmet'in yeğeni, şiirlerinde Necib mahlasını kullanan ve yaptırdığı çeşmelerin mermerine celi, sülüs ve tâ'lik yazıyla kitâbeler kazıyan hattat Sultan Ahmet Han-ı Salis idim. Şimdiyse bir hiçim. Evet bir hiç. Karınca kadar değerim kalmadı yeryüzünde. O hasekilerim, kadın efendilerim, cariye ve gözdelerim, o sonsuz servetim ki şimdi yerinde yeller eser! Evet, kadınlarım hazinemdeki mücevherler kadar çoktular. Tombul, işveli, sürmeli, beyaz tenli ve çocuktular. Ya cücelerim, dilsizlerim, soytarılarımla siyah ağalarım? Saymakla bitmez. Buyrun, oturun, şöyle sofraya, yanıma bağdaş kurun. Varsın sallansın tepsi, ben feleğin sillesini yedikçe, kaşıkta pilav, kasede hoşaf çalkalansın. Helvamdan bir tadın bakalım. Gerçi bayatladı biraz, İstanbul'un tuzuyla rutubetine dayanamadı. Yine de fena sayılmaz. Hem helva taht travmasına bire birdir. Ne demişler, düşmez kalkmaz bir Allah, öyle değil mi? Hele bunu bir yiyin, pilavı kaşıklayıp hoşaftan için, sonra macunumdan tadarsınız. Ne macunu mu? Kuvvet macunu elbet. Ne mi var içinde? Haa bakın işte onu söylemem.