Alabildiğine durgun suda, gözlerim kapalı yatıyorum. Yerel radyodan yansıyan Hande Yener şarkısı, etraftaki sayısız küçük çocuğun feryat-figan seslerine karışıyor. Kos Adası ufukta sisler içinde... Karşımızdaki çok daha yakın küçücük ada Türk mü, Yunan mı? Ne önemi var? Yıllar önce ilk kez buraya geldiğimde o adaya yüzerek gitmeyi tasarladığımı hatırlıyorum. Hatta, eğer bir Yunan Adası'ysa, bir Türk Bayrağı dikmeyi düşündüğümü de... Ama artık bu hayaller için çok geç. Evet, tatil. Modern yaşamın kimi zaman çoğumuzu kıskıvrak bağlayan koşulları ve alışkanlıkları içinde belki en güzel ve en savunulur olanı... En derin kaygılarımızı, en asil sorumluluklarımızı, en gündelik işlerimizi ve en vazgeçilmez gözüken zorunluluklarımızı 15 gün için unuttuğumuz, kısa ve yapay olduğu ölçüde bir rüyaya dönüşen o büyülü zaman... Kendi kendimizle baş başa kaldığımız, aylardır, hatta kimi zaman yıllardır okumayı istediğimiz o kitaplara daldığımız, doğanın güzelliğini ve cömertliğini yeniden hatırladığımız günler. Ve birden değişen ilgi alanlarımız. Örneğin balıklar. Kadıkale'deki Körfez'in sahibi Ali Bey, çok sevdiğim barbunyanın artık denizlerimizden yok olduğunu anlatıyor. Ama dört-beş gün sonra hem de hiç görmediğimiz kadar büyük barbunyalar vitrinde arz-ı endam etmez mi? Artık kilosu 100 YTL'den bize barbunya satan Ali Bey mi daha mutlu, yoksa biz mi, siz tahmin edin!.. Güveç ahtapotun veya kalamar ızgaranın yumuşaklığı, başlı başına bir konu oluşturuyor; lipsos, turna gibi aşina olmadığımız balıkların tadına bakılıyor. Ve adına 'var olmak' denen ve başlıbaşına bir serüven sayılması gereken duygu, bir kez daha en görkemli biçimiyle yaşanıyor.
Yayın tarihi: 20 Temmuz 2007, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/07/20/cm/haber,C19E9E42BDBF44D0BF38F2008D176105.html
Tüm hakları saklıdır.