Ayaklarım şişti, acilen duvara dikmek gerekti. Yüzüm düştü, eh düşmez kalkmaz bir Allah demişlerdi. Mutfaktan su almaya gidecek halim bile kalmadı, sanki üzerimden kamyon geçti. Bilin bakalım ben ne ettim de bittim, tükendim? a. Ankara'ya yürüdüm. b. 11'e 11 maç yaptım. c. Ev taşıdım, taş taşıdım... vb. Cevap veriyorum; d- hiçbiri. Altı üstü alışverişe çıktım. Ama bildiğiniz kot-tişört-Converse alışverişi değil. O bebek işi! Bu sefer durum fevkalade ciddi. Özel bir davete katılacağım ve smokin giyen erkeklerin yanında tuvaletimde salınacağım. İyi de ben ne yapacağım?
MEZUNİYET SEZONU AÇILMIŞ En son 1997'de lise mezuniyet balom için tuvalet derdine düşmüştüm desem... Ne Eda Taşpınar gibi 'stil ikonu'yum (ki kendisi de İkoncan değil Kopyacıcan'mış. Öğrendik, yıkıldık, dazlak Britney Spears görmüş gibi fotoğraflarına bakakaldık) ne de Elif Dürüst misali seksi tuvaletleri taşıyabilirim! O zaman bu iş için uzmanına başvururum. Hem elin Amerikalısı, Avrupalısı moda danışmanıyla alışverişe çıkıyor da bizim neyimiz eksik. InStyle dergisi moda editörü arkadaşım İdil Çetin'i yanıma kattım. "Ya beni bugün tepeden tırnağa giydirirsin ya da Taksim Meydanı'nda kendim keserim" dedim. Çok gergin gördüm kendimi. İdil dedi; "İşin merkezi Nişantaşı..." Dedim, "Ona ne şüphe!" Cumartesi günü Abdi İpekçi Caddesi'nde sol baştan başladık mağazalara girmeye. Amanın! Mezuniyet sezonuna denk gelmemiş miyiz! Annesini yanına katan 18'lik çıtırlar kıyafet avında! Devir bu kadar mı değişir. Bizim zamanımızda mezuniyete giderken beyaz elbise giyilirdi. Hatta beyaz tek seçenekti. Bu küçük Petek Dinçöz'ler dantelli siyah tuvaletler, kırmızı işlemeli kat kat elbiseler deniyor! Anneler de bezmiş, elleri çenelerinde koltukta oturuyor, "Oldu", "Olmadı" çekiyor. Beni sorarsanız; onu deniyorum, bunu deniyorum olmuyor! Olmuyor! Ya çok seksi ya göğüsten dar ya da belden bol bunlar! Üstelik meraklı satış elemanları da cabası! Ellerinde olsa soyunma kabinine dalacaklar. Yahu ben bir deneyeyim, zaten aynadaki aksimi son derece yadırgamaktayım. Üstelik giy çıkart kan ter içinde kaldım! İdil baktı durumum vahim, komutan edasıyla "Yürü" dedi, "Arzu Kaprol'e gidiyoruz." Malum Arzu Kaprol en sıkı modacılarımızdan. Mağazasından içeri girer girmez, kendisiyle yüz yüze geldik. Derdimizi anlatıverdik. Daha doğrusu ben çenemi kapattım, İdil anlattı!
SAÇ-MAKYAJ-ÇANTA
Yeryüzündeki kanatsız meleklerden Arzu Kaprol elini uzun, boyundan bağlı, beli kuşaklı siyah bir tuvalete elini attı "Budur" dedi, "Hemen deneyin!" Cidden buymuş. Tek denemede, bingo!!! "Ohh" çektim, bitti! İdil kızdı "Ne bitmesi, daha çantası var, göğüs bandı var, ayakkabısı var." Yapma ya! Hani önemli olan iç güzelliğiydi? Allah sizi inandırsın, beş ayakkabı mağazası, üç çantacı, üç iç çamaşırcı derken, hem günüm bitti hem de ben! Üstelik sırada saç-makyaj faslı var. Vay be! Ne mesai ama... Buradan bir giydiğini bir daha giymeyen, haftada sekiz gün dokuz davetten davete koşan sosyetik ablalara sesleniyorum. "Helal olsun size! Helal olsun!" Düşünsenize onlar bu işi haftada en az üç-beş kere yapıyor ve objektiflere döne döne poz veriyorlar. Bir de üstüne saçmakyaj- ayakkabı-elbise derken tonlarca para ödüyorlar! Bu nasıl bir azimdir, bu nasıl bir kendiyle uğraşmaktan usanmamaktır, bu nasıl bir boş vakittir! Sözün özü; Converse'lerimi istemeyin benden, buz gibi soğurum sizden!
Yayın tarihi: 9 Mayıs 2007, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/09/gny/haber,A02441CD8E8C429396C85C60231E05B0.html
Tüm hakları saklıdır.