Sevgili hayat arkadaşım ve oğlumun anasını kızdırmak istediğim zaman, şunu söylerim: "İstanbul'a okumaya gelen biz Anadolulu gençler olmasaydık, siz İstanbullu kızlar, koca bulamaz, evde kalırdınız!" İşte bu sözlerim Sevinç Hanım'ı çıldırtır: "Biz İstanbullu kızlar olmasaydık, siz Anadolulu gençler ya görücü ya da berdel (takas veya trampa) usulü evlenirdiniz ve hayatınız mutsuzluk içinde geçerdi!" Sahi! Görücü ya da berdel usulüyle evlenmek hep mutsuzluk mu getirir? Sanmam! Ama etrafımda ne zaman mutlu bir evlilik görsem, o an şunu derim: Bu evlilik, aşk evliliği! Benim anne ve babam da görücü usulüyle evlendi. Hem de dedem Abdullah efendinin dayatmasıyla... Şu tesadüfe bakın ki annem ve babam okul arkadaşları. Üstelik birbirlerinde gözü varmış. Ama ben size anne ve babamın 50 yıllık büyük aşkını değil, dedemin o büyük aşkını yazacağım. Dedem bir genç kıza gönül verir. Genç kız da dedeme... Ama kızı vermezler. Dedemin gönlü kırıktır. Bu arada Birinci Dünya Savaşı çıkar ve dedem Yemen çöllerinde savaşa gider. Kanal cephesinde yaralanır. Osmanlı ordusu geri çekilirken, dedemi öldü diye bırakırlar. Kader bu işte! Çölde, silah arkadaşı, dedemi sırtına alarak kilometrelerce taşır. İki yakın silah arkadaşının dramı İngiliz esir kampında tam yedi yıl sürer. Sonrasında... Dedem eve döner. Annesine "Bu kim?" diye evdeki çocuğu sorunca, "Senin oğlun. Sen savaştayken doğdu. Annesi doğumda öldü," yanıtını alır. Dedemi hüzün kaplar. Evde dolaşan genç bir kadının kim olduğunu sorar bu kez... Büyük babaannem gülümseyerek söylenir: "Nasıl tanımazsın onu... Hani evlenmek için çok istemiştin de babası sana vermemişti ya... İşte o genç kız bu. Nişanlısı savaştan dönmeyince, ben de bu kez zorla aldım, getirdim. Dedemin içini bir hüzün kaplar, "Anacağım," der, "O aşk küllendi, bitti. Ben o zaman onu öyle sevmiştim ki..." O küllenen aşk, yeniden canlanır. O evlilikten dört çocuk olur. "O evlilik mutlu sürdü mü?" derseniz, sizlere bir şeyler anlatamam. Çünkü o güzelim babaannem yıllarca, dedemin sorusuna hiçbir zaman tek kelime cevap vermedi. Sadece başını eğdi. Şimdi anlıyorum ki babaannemin gönlünde, o büyük aşk yerine, hep hüzün varmış! Hani bir şarkı var ya... Benim için o şarkı 100 yıl önce bestelenmiştir: "Yatağıma gel... / Yeter ki onursuz olmasın aşk..." Nedendir bilmem, ama dedem kendi çocuklarını, kendi buldukları ve kendi istedikleri ile evlendirdi. Ne amcalarım ne de halalarım "Hayır," diyebildi. Bir gün babam, neşeyle eve geldi. Çok sevdiği erkek kardeşinin evleneceğini söyledi. Annem, "Baban kızı nerede bulmuş ve beğenmiş?" dedi. Babam, soruyu es geçti. Dedem, bir arkadaşını ziyarete gitmiş, evin kızını çok beğenmiş, hemen orada istemiş. "Kardeşim evleneceği genç kızı, yarın evin balkonundan, uzaktan görecek!" dedi babam. Amcam, ertesi gün öyle mutluydu ki... Her zamanki dert ortağı olan sevgili anacağıma anlatıyordu: "Sapsarı uzun saçlı bir Çerkez güzel. Yüreğimden vuruldum!" Düğün hazırlıkları, hemen başladı. Çok değil, birkaç ay içinde davullar vuruldu, zurnalar çalındı. Çerkez gelin eve geldiği zaman, amcam şoktaydı: "Benim gördüğüm kız bu değil ki... Benim gördüğüm, beğendiğim işte bu kız!" Amcam Rapunzel gibi uzun sarı saçları olan karısının küçük kız kardeşini gösteriyordu! Dedemin ilk kez sustuğunu gördük. Çünkü amcam, görüp âşık olduğu kızla değil, onun ablası ile evleniyordu. Amcam, "Güzeli gösterdiler, çirkinle evlendirdiler," diye öfkelendi, durdu. Bu evlilik, inanılmaz mutluluk içinde geçti. Amcam "İyi ki ablasıyla evlendim. Çünkü evde kalmıştı. Bir hayır dua aldım," der ve sonra da kahkahayı basardı. Yengem harika bir insandı. Çerkez geleneklerine çok bağlıydı. Rapunzel gibi sarı saçlı, mavi gözlü kızları oldu. Herneyse hayat sürprizle doludur. Babamla amcam, aynı yaşta ve eşlerinin yanında, mutluluk içinde öldü. O da başka bir hikâye ya...
Yayın tarihi: 6 Mayıs 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/06/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.