Economist dergisi, 29 Mart sayısında Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili yazısını
"Birçok kişi devlet adamı kimliği taşıyan Sayın Gül'ün daha iyi biri cumhurbaşkanı adayı olacağını söylüyor" diye Türk basınında pek az kişinin cüret ettiği bir cümleyle noktalamıştı.
Dünyaca ünlü dergiye göre, Gül'ün Batı yanlısı, yolsuzluk iddialarından uzak ve
Necmettin Erbakan'a isyan bayrağını açarak AK Parti'yi kuran isimlerden biri olması, Dışişleri Bakanı'na özel bir
"manevi ağırlık" sağlıyordu.
Gerçekten de bir süredir AK Parti içinde Başbakan
Tayyip Erdoğan'ın Çankaya'ya aday olmaması halinde
"düşük profil" denilen
Beşir Atalay,
Nimet Çubukçu ya da
Mehmet Aydın gibi bir emanetçi vekilin adaylığına tepki vardı. Geçen hafta partinin karar organlarında yapılan toplantılarda da
"Ya siz ya Abdullah Bey... Ama siz başbakan kalırsanız daha iyi olur" düşüncesi ön plana çıktı.
Ancak Abdullah Gül'ü Çankaya'ya taşıyan süreçte, belirleyici olan bu toplantılar değil, Başbakan Erdoğan'ın şu ya da bu sebeple adaylıktan vazgeçmiş olması ve TBMM Başkanı
Bülent Arınç'ın tavrı oldu. Abdullah Gül, dün adaylığı açıklandıktan sonra yaptığı basın toplantısında ismi üzerinde ne zaman uzlaşıldığı sorularını yanıtsız bıraktı.
Ancak öyle görünüyor ki Gül ismi son 24 saatte, Bülent Arınç'ın Başbakan'la yaptığı görüşmede kendisine sunulan düşük profilli aday seçeneklerini veto etmesiyle ortaya çıktı. Geçen hafta
"Dindar bir cumhurbaşkanı seçilecek" diyen Arınç'ın birinci tercihi,
"geri adım" diye gördüğü bir uzlaşma isim değil karizma ve siyasi güç faktörlerini de göze alarak partinin üç büyüğünden birinin aday olmasıydı. Muhtemelen Başbakan Erdoğan tarafından önüne getirilen isimlere sıcak bakmayan Arınç
"Ya sen ol ya Abdullah" dedi. Anlaşılan o ki, Cumhurbaşkanlığı sürecini parti içi gerilim yaşamadan götürmek isteyen Erdoğan da bunun üzerine elindeki isimleri yırtarak Abdullah Gül seçeneğine yöneldi.
Gül isminin Türkiye için anlamı nedir? Kuşkusuz Gül 367 engelini aşarak Çankaya'ya çıkarsa, Cumhuriyet tarihinde laiklik ve muhafazakarlığın aynı potada eritileceği, son 10 yılın siyasi şablonlarının büyük ölçüde kırılacağı yeni bir dönem başlayacaktır. Türkiye'de başörtüsü gibi travmatik siyasi konular, bir süre sonra normalleşme sürecine girebilir,
"başı açık" ve
"kapalı" memleketin en önemli siyasi kutuplaşması olmaktan çıkabilir. Bu anlamda Gül'ün Cumhurbaşkanlığı normalleşme açısından Türkiye'de yaşanması gereken bir sistemsel dönüm noktası olabilir.
Ancak benim ilgilendiğim, bir başka nokta. Dışişleri Bakanı'nın yaşam serüveni,
Necip Fazıl okuduğu ve Milli Türk Talebe Birliği'nde Kıbrıs mitingleri düzenlediği günlerden Brüksel'de AB müzakerelerini sırtlayıp
Olli Rehn ya da
Xavier Solana gibi dünya liderleriyle kişisel dostluklar geliştirdiği döneme gelene kadar Türkiye'nin ideolojik evriminin öyküsüdür. Bu değişim, adına ne derseniz deyin, neresinden bakarsanız bakın, ülkemiz için iyi ve sağlıklı bir noktadır. Gül, belki de Dışişleri Bakanlığı tecrübesinden dolayı Türkiye'de muhafazakarlığın yaşadığı ideolojik evrimin sembolüdür.
İkinci nokta ise, Türkiye'nin iyilerin öne geçtiği, çalışanların kazandığı ciddi bir meritokrasi olduğudur. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda doğan Abdullah "Cumhur" Gül'ün Kayseri'den Çankaya'ya serüveni, bizlere Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi kökenden gelirse gelsin çok koşan ve çok çalışan insanların en tepe makamlara kadar yükselebildiği bir demokrasi olduğunun hatırlatmasıdır.
Kuşkusuz aynı şey Afyon'dan çıkan genç hakim
Ahmet Necdet Sezer ve İslamköylü
Süleyman Demirel için de geçerlidir. Burası ne Ortadoğu'nun otoriter diktatörlükleri; ne de sınıf duvarlarının siyasette hala hissedildiği Avrupa'ya benzer. Türkiye, hala bir şeyleri kanıtlama çabasıyla çırpınan, körpe bir demokrasi. Tüm bu kavga, bu duygusallık da bu yüzden...
Yayın tarihi: 25 Nisan 2007, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/25//aydintasbas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.