|
|
Issız bir adaya düşseniz... Şahane olurdu!
Küçükken en sevdiğim oyunlardan biriydi, koltukların yastıklarını yere indirip kendime ev yapmak. O minik barakaların içine girip sanki orası benim kendi evimmiş gibi düşünmek. Evin içindeki bu gecekondularımın daha gelişmişleri de vardı tabii... Çarşafla veya büyükçe bir masa örtüsüyle yapılanları! Bir nevi Kızılay çadırı. Onlar daha da güzel olurdu. Çünkü içerisi hoş ve loş bir ışıkla dolardı. Hem de hareket alanı daha genişti. Arkadaşlar gelince, bu bezden evin ortasına yastıklarla duvar örer, oda sayısını ikiye çıkarırdık. O derme çatma, ama benim olan evde, yemek yemek, öğle uykusu uyumak, nasıl keyif verirdi anlatamam. Kendi yaşam alanını yaratma isteği çocukken insanın içine bir yerleşiyor, bir daha da çıkmıyor zaten... Düzenini ve kurallarını sizin belirleyeceğiniz bir yaşam alanı... Sakin-huzurlu-aynı zamanda eğlenceli...
İzlemeyenler için küçük bir özet geçeyim: Lost diye, tüm dünyada tiryakilik yaratan bir dizi var. Bizde de Digitürk'te üçüncü sezonu gösteriliyor şu anda. Dizi ıssız (!) bir adaya düşen uçaktan sağ kurtulanların, biraz da fantastik öyküsünü anlatıyor. Hani çekirdek yemek bir hastalıktır ve elini bulaştıran, kase bitene kadar motor takılmış gibi durmadan çitler durur ya... İşte bu dizi de öyle bir şey. Tüm bölümlerin arka arkaya sıralandığı
DVD'ye başladınız mı, yandınız! Artık bitene kadar başından kalkmanız mümkün değil. Bir uçak dolusu yakışıklı adam ve kadın! Hepsi de ağızlarını açtığında birbirinden güçlü felsefik yorumlarda bulunuyorlar vs. Hiçbirinin hayatı da sıradan değil, herbirinin geçmişinde travmalar dizboyu. Neyse işte, bu diziyi izleyenler bilir, adadakilerin daha ilk günden, kurtulmaktan çok, o adada kendi yaşam alanlarını kurmaya çalıştıkları görülüyor. Tamam, kumsala 'uzaktan geçen gemiler görsün ateşi' yakılıyor, ama yalandan! Kazadan önce bin bir dertle boğuşan bu insanlar, o sorunların hepsinden kurtulukları için, içten içe memnunlar sanki. Çoğumuzun küçükken yaptığı yastık evler gibi, kendilerine uçak enkazını kullanarak derme çatma sığınaklar yapıp, ilkel duş sistemleri kurmaya çalışıyorlar. Hatta birinci sezonun sonlarına doğru, oyalanmak için kendilerine bir golf sahası bile kuruyorlar.
Kır yaşamı, köy hayatı, yayla ortamı neden bizi bu kadar çekiyor ki zaten? Basit olan, aynı zamanda 'huzur' barındırır çünkü. Karmaşa ise gerginlik... Tıpkı insanlar gibi... Düşünün bakalım, her karşılaştığınızda size dert anlatan, yaşamdan şikâyet eden, insanları çekiştiren, eleştiren arkadaşlarınızla mı daha rahat ediyorsunuz, yoksa saatlerce televizyonun karşısındaki kanepede yan yana oturup, tek kelime etmeseniz de çok iyi anlaştığınız arkadaşınızla mı?
(Burada hemen: "Çok konuşmak, iletişim kurmak değildir," sözünü hatırlayınız!) İşte Lost'u izlerken de Jack ve Sawyer'ın insanı çatlatan ve "Allah'ım neden bunlardan daha çok yaratmadın?" diye isyana sürükleyen karizmalarından ziyade, o basit ama aynı zamanda da heyecanın hiç eksik olmadığı adaya, ben de gökten zembille inmek isterdim doğrusu. Hem eldeki malzemelerle ev kurma konusunda çocukluktan gelme bir becerim de var! Geçmişteki travmalarımsa Kate'e 10 basar! Eee! Daha ne... Hadi atın beni denizlere! Yolum o adaya düşsün diye, umut edeyim ben de!
|