|
|
Türkler çorbayı limonlu sever
Aslında Türkler Anadolu'ya gelmeden önce, Orta Asya'da yaşarken de tahıllardan yapılma çorbalar içiyorlardı. Ancak Anadolu'ya geçtikten sonra, Türklerin çorba kültürü çok zenginleşti. Nitekim, et, hamur işi ve tatlıların yanı sıra çorba, Osmanlı mutfağının önemli parçası oldu. Günümüzde çok yaygın domates çorbası, belki de çorbalarımızın en yenilerinden. Zira 1844'deki Mehmet Kamil'in yazdığı bizim ilk yemek kitabımızda domatesin adı geçmezken, 1898'de Nedim bin Tosun'un yazdığı Aşçıbaşı adlı yemek kitabında o zamana dek safranlı ya da et, tavuk suyuna pişirilen pirinç çorbasının 'domatesli' tarifini buluyoruz. Bu da, Amerika'nın keşfinden sonra Avrupa'nın yavaş yavaş tanımaya başladığı domatesin, Osmanlı mutfağına ne kadar geç girdiğini gösteriyor. Evet, domates mutfağımıza geç girmiş ama balıklama girmiş. Yine aynı yemek kitabında sadece pirinç çorbasının domatesle pişirilmediğini, yine tavuk veya et suyuyla pişen şehriye çorbasının da, mercimek ve düğün çorbalarının da, hatta işkembe çorbasının bile domatesli pişirilmeye başlandığını görüyoruz. Bizde kuşaklar boyunca manavların limonu "Çaya, çorbaya limon!" diye bağırarak satmaları boşuna değil. Bunun ardında Türklerin çorbalarını ekşili sevdikleri gerçeği yatıyor. Tarih boyunca çorbalarımızı koruk suyu, erik suyu, sirke, limon, domates ya da yoğurtla hafif mayhoş hale getirmişiz, bugün de bu geleneği sürdürüyoruz. İşte bu hafif ekşili oluşu sayesinde de bizim çorbalarımız yemeğin başında içildiğinde insanı tıkamaz, tersine daha sonra servis edilecek yemeklere adeta yol açar. Bu konuda ünlü Fransız yemek dostu Grimod de la Reynişöyle demiş: "Yemekte çorba, bir yapının kapısı gibidir. Daha sonra karşımıza çıkacak şeylerin ipuçlarını insana hissettirir. Tıpkı bir operanın uvertürü gibi." Bence çorbanın yemekteki rolünü çok doğru özetlemiş.
|