İstanbul 'üç vakte kadar' Avrupa kültür başkenti olacak
Beyaz peynir, kalamata zeytini gibi ürünlerimizin başka ülkelerin malı ilan edilmesine seyirci kalıyoruz. İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi, aynı hataların tekrar edilmemesi için fırsat olabilir
Gazetecilik yaşamıma başladığım yıllarda, önemli bir yabancı konuk ülkemizde birkaç gün geçirdikten sonra, giderken "Yemekleriniz harika, insanlarınız çok güzel ve misafirperver, ülkeniz bir cennet," yollu sözler söyler, bu inciler ertesi gün gazetelerin baş sayfalarından iri puntolarla yayımlanırdı. Zamanla bu basmakalıp sözlerin etkisi azaldı, haberleri birinci sayfadan iç sayfalara kaymaya başladı ve nihayet silinip gitti.
ÖVGÜYÜ SEVERİZ Başka ülkelerde pek görülmeyen, bize özgü bu durumun ardında, övülmeyi seven bir millet oluşumuz yatıyor. Hakkımızda ileri geri konuşulduğunda ya da ulusal gururumuzla oynandığında ise aslan kesiliriz. Bugün, ülkesi kadar bu toprakların ürünlerini, özelliklerini de seven bir mutfak dostu olarak, geçtiğimiz günlerde bir reklam çalışmasından duyduğum mutluluğu sizlerle paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz İstanbul, 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti ilan edildi. 'Dino Dream' adlı bir ajansın konuyla ilgili bir afiş yarışması açtığını, Aydın Gürer adlı sanatçının burada gördüğünüz çalışmasının birincilik ödülünü kazandığını okudum. Bu afiş, yıllar önce yabancıların bizim hakkımızda söyledikleri güzel sözlerden çok daha fazla kıvanç verdi bana. Çünkü ilk kez camilerimiz, arkeolojik kalıntılar, mehter takımı, özetle bildik turistik kozlarımızın dışında, yanında lokumuyla bize özgü bir içecek olan Türk kahvesi bir tanıtım çalışmasında tercih edilmişti. Bunun Avrupa Kültür Başkenti 2010 Gelişim Grubu tarafından resmen onaylanıp onaylanmayacağını henüz bilmiyorum. Ama umarım onaylanır ve Türk kahvesi gibi 16. yüzyıldan bu yana bu topraklarda içilen, buradan dünyaya yayılan bir ürünümüze sahip çıktığımızı ilk kez göğsümüzü gere gere dünyaya ilan ederiz.
KAHVE VE LOKUM Bu afişte beni etkileyen birtakım ayrıntılar var. Önce kahvenin, yanında lokumla ikram edilme geleneğini hatırlatıyor. İkinci olarak da, fal için kapatıldığı belli olan fincanın dibindeki telvede İstanbul'un silueti seçiliyor. Bu aynı zamanda Türk kahvesinin herhangi bir kahveden farklı olarak, sıradan biçimde tüketilmediğini, ardında bir kültür zenginliğini de barındırdığını gösteriyor. Fala inanalım ya da inanmayalım, kahve falına baktırmak kuşaklar boyu toplumumuzun hoş bir uygulaması olmuş. Nitekim ritüeli gereği, falına bakılan kişiye sık sık söylenen 'üç vakte kadar yol görünüyor' sözü de afişte yer alıyor. Bu sözün, fal kültürümüzü bilmeyenlerin dillerine nasıl aktarılabileceğini kestirmek zor. Ama eğer bu gibi çalışmaları yıllar önce yapmış olsaydık, bugün bütün dünya Türk kahvesini ve onun ardındaki kültür zenginliğini biliyor olacaktı. Ve bu sloganı kendi dillerine çevirirken zorlanmayacaklardı. Bize ait olduğunu bildiğimiz şeyleri başkalarının sahiplenmesine çok kızıyoruz. Beyaz peynirimizin dünyadaki ismi olan 'feta' sözcüğünü sadece Yunanlıların kullanabileceği yolundaki AB kararına büyük tepki gösterdik. Oysa kendi beyaz peynirimizin adını dünyaya kabul ettirmek için kılımızı bile kıpırdatmadık. İç piyasamızda severek yediğimiz iri kalamata zeytinini bu adla yurtdışına satabilmemiz mümkün değil. Çünkü bu isim Yunanlılar tarafından çoktan kayıt altına alınmış. Dünya mutfakları ile ilgili bütün yabancı yemek kitaplarında dolmadan cacığa, musakkadan böreğe kadar pek çok yemeğimizin Yunan mutfağına ait olduğunu okumak, bizi çileden çıkarıyor. Nihayet geçtiğimiz hafta Kıbrıs'ın ünlü hellim peynirinin Avrupa'da 'halloumi' adıyla tescil edileceği haberi, şimdilik bu konuda son örneği oluşturdu. Allah'tan Avrupa, Kıbrıs'ı bir bütün olarak görme hayalini sürdürüyor da, Kıbrıs'ın Türk kesimindeki hellim adının da Rumca ismiyle birlikte tescil edileceği müjdelendi, biz de rahat bir soluk aldık.
YERLİ MALI YURDUN MALI Yıllardır ne zaman bir ürünümüze birileri sahip çıksa, tepkimiz hep aynı. Kendi kendimize ağzımıza geleni söylüyor, televizyonlarda uzmanlar "Hayır bu onların değil, bizimdir," diye demeçler veriyor. Ama sonuç değişmiyor. Çünkü onlar çalışmalarını sistematik biçimde sürdürüyor. Sadece yemek, peynir, kahve konusunda değil, kendi topraklarında yetişen tarım ürünlerini de bilimsel kriterlere uygun olarak tescil ettiriyor. Bizimse coğrafi tescil ve sistemimiz henüz AB standartlarının çok gerisinde. Zaten sahip olduğumuz değerlerle övünürken mangalda kül bırakmadığımız halde, bilimsel ve sistematik çalışmalar yapma ve değerlerimizi tanıtma konusunda o denli isteksiz ve beceriksiz davranıyoruz. Milliyetçilik konusunda mangalda kül bırakmayanlar, yerli ürünlerimizin yozlaşmasına, gün geçtikçe yok olmasına seyirci kalıyor. Bu arada atı alanlar çoktan Üsküdar'ı geçiyor. İşte bu duygularla, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul için hazırlanan ve ödül kazanan bu afiş beni mutlu etti. Umarım, Avrupa'nın her yerine asılır. Hiç değilse Türk kahvesinin geleceği, elimizden kaçırdığımız ve büyük olasılıkla bundan sonra da kaçıracağımız daha nice ürünümüzün akıbetinden farklı olur.
|