Bir nevruz, iki Erdoğan
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bu aralar Gölbaşı'ndaki emeklilik evine taşınmaya hazırlanıyor. Zaten kendisinden pek az haber alıyorduk, son dönemde Çankaya'ya iyice kapandı. Geçenlerde kendisini ziyaret eden bir gruba "43 yıllık devlet hizmetim var. Bu arada cumhurbaşkanlığı da yaptım" demiş. Dinleyenler, Sezer'e yönelik sempatilerine rağmen bu lafı adeta "Öfff.. Sonunda bu zor görevden de kurtuluyorum" diye algılamış. Cumhurbaşkanlığı, kuşkusuz "memuriyet" kategorisini kat kat aşan bir durum. Ama Cumhurbaşkanı'yla son dönemde yüz yüze gelenler, Sezer'in ruh halini, "adeta üzerinden bir yük kalkmış, ayrılmaya can atıyor gibi" diye yorumluyor. Bunu bir tarafa koyalım. Çankaya'nın sessizliğine rağmen, Türkiye'nin tek konusu yine Çankaya. Dün Türkiye'nin çeşitli yerlerinde tamamen Abdullah Öcalan posterlerinin açıldığı nevruz mitingleri, Ankara'da ise "müsamere" kıvamında resmi nevruz kutlaması vardı. Kuşkusuz nevruzu yasaklı olmaktan çıkarıp bayram olarak benimsemek, Orta Asya gelenekleriyle Kürt mitolojisinin ortak yönlerini öne çıkarmak devletin son yıllarda yaptığı önemli projelerden biri. Ancak kabinenin neredeyse tüm bakanlarının katıldığı nevruz kutlama ve oyunlarını seyrederken, insan ister istemez bir "tiyatro" izlediği hissine kapılıyor. Turizm Bakanı Atilla Koç, ne zamandan beri nevruz ateşinden atlıyor? Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın çocukluktan kalma nevruz anıları var mı? Aşık Veysel'den başlayıp Nazım Hikmet'e giden nefis bir konuşma yapan Başbakan Erdoğan, çocukken nevruzu kutlamak için dün yaptığı gibi yumurta tokuşturur muydu? Neyse bunlar tabii Türkiye'nin cilveleri. "Nevruzla Çankaya'nın ne ilgisi var?" derseniz... Dün bütün gün TRT'den canlı yayınlanan nevruz etkinliklerini seyrederken, ben de Ankara'daki diğer gazeteciler gibi aslında nevruzun anlam ve önemi değil "Köşk" meselesini düşünmekteydim. Bir yıldır hepimiz sürekli aynı soruyu, Tayyip Erdoğan'ın Çankaya kararını merak ediyoruz. Ancak ilginç olan, Başbakan Erdoğan'ın dün sabah nevruz konuşmasını yaparken "Çankaya adayı", öğleden sonra ise seçime hazırlanan "parti lideri" görüntüsü vermiş olmasıydı. Sabah nevruz kutlamalarına katılan Erdoğan, "Yeni günlerin, taze baharların arifesindeyiz. Beklediğimiz bahar geldiğinde, milletimiz yenilenerek, tazelenerek, daha emin adımlarla yürüyüşe devam edecektir" diyordu. "Husumete vaktimiz yok" diyerek Türkiye'nin çok renkliliğini öven konuşması, yumuşak, şefkatli ve kucaklayıcıydı. Nazım'dan "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/Ve bir orman gibi kardeşçesine" dizelerini okurken, Türkiye'nin geçmişiyle, kimliğiyle barışık, uzlaşmacı, uzlaştırıcı bir imaj çizmeye özen gösterdi. Kısacası sakin tavırlarıyla "Çankaya'ya adayım" der gibiydi... Öğleden sonra ise Tayyip Erdoğan, Çankaya adayı değil "seçime koşan bir parti lideri" gibi kükredi. Bilkent Otel'de AK Partili belediye başkanları, kadın ve gençlik kolları liderleriyle yaptığı toplantıda, CHP lideri Deniz Baykal'dan medyaya kadar son dönemde kendisini eleştiren birçok kesime sert bir üslupla cevap verdi. Baykal için "Muhalefet liderinin düştüğü çukurlara düşmeyeceğim" ifadesi, tek kelimeyle "ağır"dı. Oğlunun satın aldığı gemiyle ilgili yazılanlara karşı savunmasında, uzun süredir medyaya yönelik sitemlerini aynı anda iletmek ister gibiydi. Bu, kavgadan korkmayan, uzlaşma değil üzerine gelenlere düello teklif eden bir liderin üslubuydu. Dün de Sezer'den boşalan Köşk'e kimin çıkacağı konusunda ciddi bir ipucu yoktu anlayacağınız.
|