|
|
Bütçe açığı ve gelişimi
Bütçe açığı istikrar programının temel ayaklarından biridir. İki farklı bütçe açığı ya da bütçe dengesi kavramından bahsedilebilir. İlki bütçe gelir ve giderleri arasındaki farkı ifade eden birincil bütçe açığı ya da birincil bütçe dengesi, ikincisi ise gider kalemlerinden faiz harcamalarını yok varsaydığımızda ortaya çıkan ikincil bütçe dengesi kavramı. Yani, faiz dışı fazla. Amaç, birincil dengede olabildiğince küçük bir açık verebilmek, faiz dışı dengede ise IMF programının gereği olarak milli gelirin en az yüzde 5'i kadar fazla verebilmek çünkü bu fazla, kamuda tasarrufun bir göstergesi olarak o bir an için göz ardı ettiğimiz faiz harcamalarının finansmanında kullanılacaktır. Bilindiği gibi toplam kamu kesimi için bu fazlanın milli gelirin yüzde 6,5 olması hedefleniyor. Bu iki bütçe dengesinin milli gelir içindeki gelişimine bakmakta yarar vardır. 1 nolu tabloda görüldüğü gibi bütçe açığının milli gelir içindeki payı kararlı bir şekilde azalırken faiz dışı fazlanın payı ise hedeflenenin de üzerine çıkarak artmaktadır. Bütçe açığında Maastricht kriterinin yüzde 3 olduğu hatırlanırsa 2005 ve 2006 için bu kriter başarıyla tutturulmuştur. Yani gerek bütçe açığında yıllar içindeki olumlu gelişme ve gerekse faiz dışı fazla dediğimiz ikincil dengedeki olumlu gelişme şüphe götürmeyecek şekilde ortadadır. Bu gerçekten başarılı sonuçlar üzerinde spekülasyon yapmanın gereği olmadığını düşünüyorum. Burada belki ifade edilmesi gereken bütçe için milli gelirin yüzde 5'i civarında olması hedeflenen faiz dışı fazlada bu hedefin üzerinde fazla vermektense, kamu yatırımlarına biraz daha fazla kaynak ayırmanın daha doğru olduğu gerçeğini tartışmak olacaktır. Kamu yatırımları toplam üretim kapasitesini artıran temel alt yapı yatırımlarıdır. O nedenle iktisadi gelişme ve milli gelir üzerinde doğrudan etkiye sahiptir. Faiz dışı fazlada hedeflerin üstünde kısmın yatırımlara tahsisi veya bazı öncelikli yatırımların faiz dışı fazla hesabı dışında tutulması seçenekleri zorlanabilir. Bütçeyi bir de gelirler yönüyle değerlendirmekte yarar vardır.. Gelir tarafı, özellikle vergi gelirleri şüphe yok ki Maliye Bakanlığı'nın her dönemde fazla zorlandığı alan olma özelliğini korumaktadır. Çünkü burada, harcamalar tarafındaki nisbi hareket serbestisi bulunmamaktadır. Vergi denilince artık işin içine, adına mükellef dediğimiz bir oyuncu daha katılmaktadır. Bu mükellefin psikolojisi, vergiyi algılama biçimi, vergiye yönelik tepkisi, vergi ahlakı, vergi uyumu gibi bir sürü değişken işin içine girmektedir. Tabii ki ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar da bu davranış biçimleri üzerinde etkili olmakta ve Gelir İdaresi işte tüm bu sınırlamalar dahilinde var olan vergi yasaları ile elinden geleni yapmaya çalışarak vergi toplamaktadır. 2001'de 40 Milyar YTL civarında olan vergi gelirleri tahsilı 2006'da 137 Milyar YTL seviyesine yükselmiştir. Toplam bütçe gelirlerinin yüzde 82'si vergi gelirlerinden oluşmaktadır. Ancak biraz daha doğru bir gözlem için gelir esnekliklerine yani vergi hasılatının milli gelirin artış hızına ayak uydurabilme kabiliyetine bakmamız gerekir. Bir ülkenin vergi sisteminin esnekliği onun ekonomik konjonktürdeki değişmelere verdiği tepkiden anlaşılır. Basit anlatımla milli gelirde 1 birimlik artışın vergi gelirlerinde de en az 1 birimlik bir artışa neden olabilmesi gerekir. Bu anlamda, 2004 dışında belli bir sonuç alınmış gibi gözükmektedir. Ama bu konuda resmin ayrıntısını görmek için Tablo 2'deki vergi gelirlerinin alt başlıklarına bakmak daha net bir fikir verecektir.
|