| |
Geçmiş olsun
Cumhurbaşkanı Sezer'in 25 Nisan 2000 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla yaptığı son konuşmadaki çağrısını hatırlıyor musunuz? Şöyle demişti: "Devlet organları arasında görev ve yetkileri dengeleyen hukuk devleti ilkesini sözde bırakmayıp yaşama geçiren bir Anayasa oluşturulması gerekir. Anayasa'ya göre cumhurbaşkanı yalnız yürütme organının içinde değil, tüm devlet yapısında üstün bir konuma ve önemli yetkilere sahip bulunmaktadır. Yasaların iptali isteminde de bulunabileceğinden, Anayasa'ya uygunluğun yargısal denetiminde de önemli yetkiye sahiptir. Ancak Anayasa'nın 104'üncü maddesinde cumhurbaşkanına verilen yetkiler parlamenter demokrasinin sınırlarını aşmaktadır. Demokratik devlet düzeninde ulusal iradeyi temsil eden parlamento dışında sorumsuz bir cumhurbaşkanının yönetimi paylaşması ve tek başına önemli yetkiler kullanması kabul edilemez." Siyaset kurumu ve siyasi kadrolar Sezer'in 7 yıl önceki bu çağrısının gereğini yapsalardı bugün Çankaya'ya kimin çıkacağı bu kadar "Hayati" önem taşır mıydı? Hatta cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye'yi kilitleyen gerilimlerin nedeni olur muydu? Bizce hayır. Oysa üç yıl arayla iki kez cumhurbaşkanının yetkilerinin daraltılmasını sağlayacak fırsat doğdu. Daha doğrusu bu yönde girişim denendi. İlki bundan önceki parlamentonun, yani 21'inci dönem Meclis'inin görev yaptığı 2002 Mart'ında. O Meclis'te temsil edilen tüm partilerin üyelerinden oluşan Partilerarası Uzlaşma Komisyonu, cumhurbaşkanının yetkileri, görev süresi ve seçilme yöntemiyle ilgili Anayasa değişiklikleri konusunda önemli bir uzlaşma sağladı. Buna göre, cumhurbaşkanı kesinlikle Meclis içinden seçilecekti, yüksek yargı organlarına ve YÖK'e atama yetkisi elinden alınacaktı, görev süresi 5 yıla indirilecekti, ayrıca Anayasa değişikliklerine ilişkin yasaları halkoyuna sunamayacak, seçimlerin yenilenmesine karar veremeyecekti. Ne var ki, Başbakan Ecevit'in hastalığı, DSP'nin parçalanması, koalisyonun çatlaması, erken seçim sürecine girilmesi derken, bu önemli paket rafa kalktı...
Kuzu'nun paketi ne oldu? İkinci girişim bu Meclis'te, 2005'te, Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu tarafından başlatıldı. Onun hazırladığı 52 maddelik Anayasa değişikliği paketinde de, yetkilerin epey daraltılmasıyla (Anayasa Mahkemesi, YÖK Başkanı ve rektör atamasına son verilmesi gibi) cumhurbaşkanlığının sembolik, yani temsil niteliği ağır basan bir makama dönüştürülmesi, görev süresinin 5 yıla indirilmesi öngörülüyordu. Meclis Başkanı Bülent Arınç her fırsatta "Bu kadar yetki cumhurbaşkanını süpermen gibi yapıyor" uyarısında bulunmasına, Adalet Bakanı Cemil Çiçek de "Cumhurbaşkanının yetkileri mutlaka kısılacak" diye Kuzu'nun çalışmasına hükümet adına destek vermesine rağmen onun da devamı gelmedi. Neden? Çünkü Başbakan Erdoğan, "Rejimle bir sıkıntımız yok" diyerek dosyayı kapatıverdi. CHP de konuyu hemen hiç önemsemedi. Çünkü geniş yetkilere sahip Sezer'i, AK Parti iktidarına karşı bir fren, hatta kalkan olarak gördü. Ve işte bugünlere geldik. Şimdi "Kim cumhurbaşkanı olmalı, kim olmamalı" kavgası yapıyoruz. Oysa cevabı belli. Prof. Kuzu 1995'te o zaman doçenttiyine cumhurbaşkanının yetkileriyle ilgili bir sempozyumda söylemişti: "300 milletvekili çıkaran adamı durdurmak neredeyse imkansızdır!" Ya 355 milletvekili çıkaranı? Erdoğan'ın Sezer'le sürekli kriz yaşamasına rağmen Çankaya'nın yetkilerine asla dokundurtmaması da, "Süpermen" olma niyetini ortaya koymuyor mu?
|