Bir şey daha var...
Erdoğan' ın "Cumhurbaşkanlığına aday olup olmama ihtimali", bunun "meşru mu gayri meşru mu olduğu", veya "demokrasinin icabı" na uygun mu yoksa "Cumhuriyet'in adabı" na aykırı mı sayılacağı tartışılıyor. Kimi bel ağrısına, kimi Gül' ün oturuşuna, kimi Borsa'nın kuruşuna bakıyor. Başka bir şey söyleyeceğim.
AKP'liler, "Karizma" nın, "Tek lider" in, "Tek seçici" nin Çankaya'ya çıkması durumunda; Birer insan, birer vatandaş, birer seçmen, birer siyasetçi, birer temsilci, birer milletvekili, Meclis'te bir çoğunluk, birer bakan, hatta bir başbakan olarak "Cumhurbaşkanı'na tabi olmayı" sindirebilecekler mi?
Liderlerini, her şeye ve herkese rağmen, "Meclis'teki meşru çoğunluk" sayesinde oraya çıkarmanın (inadına) sevinci; O meydan okuma, o zafer, hatta belki "hakkın tahakkuku"; "Kendilerinden biri" nin, "kendilerinin en üstü" nün, "kendilerinin en üstünü" nün orada bulunması; Kanunların veto duvarından kurtulması; Hatta hatta, her kafadaki erkek üniversiteye girerken, üniversiteye sokamadıkları genç kız türbanının, "Başbakan eşi" yle giremediği Çankaya'ya bile "Cumhurbaşkanı eşi" yle çıkma ihtimali; Bunların tümü şunları dengelemeye yetecek mi:
Liderdi, hepsini seçendi, hepsini seçtirendi diye... Parlamenter sistemde sorumsuz bir Cumhurbaşkanı'nın... Hepsi üstünde... Parti üstünde... Grup üstünde... Meclis üstünde... Hükümet üstünde... Her bir kişi üstünde ağırlığa sahip olması. Parlamenter sistemde bir nevi "Başkanlık" sistemi. Bir nevi "Tek adam" rejimi. Bir nevi "Meclis'in ve hükümetin Cumhurbaşkanı'na bağımlı kılınması." Bir nevi "demokratik görünümlü", hadi "dikta" demesek de, "dikte" rejimi. Veto eden, engelleyen, "ideolojik çatışma" ya giren bir Cumhurbaşkanı'ndan kurtulup "ideolojik çakışma" halinde bir cumhurbaşkanına kavuştuk derken; Hükmeden, emreden, bastıran, basan, ağır basan, kişiliğiyle (veya başka türlü) ezebilen... Çankaya'dan hükümeti, Meclis'i ve partiyi, aday listelerine kadar, iliklerine kadar denetleyen, didikleyen, belirleyen bir Cumhurbaşkanı. Onun tayin ettiği herkes! Partide, Meclis'te, hükümette olmadığı halde, sözde oralarla ilgisi bulunmadığı, onlarla birlikte hesap veremeyeceği halde, her şeyin içinde ve hepsinin üstünde birisi.
"Tek parti" dönemi tabiatı icabı zaten "tekçi" idi, ama ya "çok partili" ? İki "askeri darbe" cumhurbaşkanı. Aralarında iki "Paşa Cumhurbaşkanı". Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyonunun hiç yoktan uzlaşmayla seçtiği "Anayasa Mahkemesi Başkanı Sezer" i de çıkarın... Üç "partili" cumhurbaşkanı. Bayar, Özal ve Demirel. Demirel, DYP'yi yönetemedi, hatta "Batsın bu parti" istedi, hatta ANAP'lı oldu sayılır; çünkü, memleketin içine etse de, ona rağmen, "Baba'nın adamları" nı ekarte edip başa geçen Çiller, partiyi ve hükümeti "kendisinin ve kocasının malı" yapmıştı. Bayar ve Özal ise partiyi, hükümeti, Meclis'i gölgeleri kılmak istedi hep. Kendilerinindi, kimseye yar olmasını istemiyorlar, liderliklerini, şahsiyetlerini, haklarını "en üstün" görüyorlardı. "Tek adam" olmak istediler ve aklı başındaki partililer için için isyan etti. "Kukla olsun" diye Özal' ın ANAP başkanlığı ve başbakanlığa " tayin ettiği" Akbulut dahi, tüm biat kültürüne rağmen, dayanamamıştı. Azıcık özerklik, özellik, bağımsızlık, kişilik arayışı dahi, "Çankaya" ile "Papatya" tarafından cezalandırılmıştı.
Bu işe karşı olanlar zaten bir sürü şey söylüyor. Taraftar AKP'liler ise bir de bunu düşünsün. "Kuvvetler ayrılığı" derken, "Kudret kulluğu" nasıl bir ihtimal olabilir! "Demokrasi ilacı" derken, başının üstünde sürekli "Damokles'in kılıcı" mesela!
|