Mitler ve gerçekler
İnsanoğlu, yaşamının anlamını arayan yaratıktır. Yeryüzündeki diğer canlıların bu özelliği yoktur. Ağıldaki bir keçi, dünyadaki diğer keçilerin durumu hakkında üzülmez, "Niye ben esirim" diye sormaz mesela. İnsanoğlu, yaşamın anlamının peşinde koşar. İlk bilinç göstergelerinden itibaren böyle olmuştur. Ortadaki bütün aksi göstergelere rağmen, yaşamın bir anlam ve değeri olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Bunu ilk çağlarda mitlerle, ardından din ile, modern çağda felsefeyle denemiştir. Amaç hep ortaktır, "Bu dünyada niye varız, bu dünyayı nasıl daha iyi hale getiririz" sorusuna yanıt aramıştır. Günümüzde belki günlük hayhuy, hızlı tüketim, lüks tutkusu toplumun önemli bir kesiminde bu sorguyu azaltmıştır. Ancak dinin yeniden güçlenişi, bu anlam arayışının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Eğer hayvandan bir farkımız varsa, hayatın anlam ve değerine yönelik kaygılarımız olması doğaldır çünkü. Bunu ille felsefe veya inanç düzeyinde yapmamız gerekmez. Hepimiz kendi günlük yaşamımızda, icra ettiğimiz işte bu soruyu sorabiliriz. Bir doktorun tek hedefi olabildiğince çok hastayı muayene veya ameliyat edip her ay en çok para kazanan kişi mi olmaktır, mümkün olduğunca çok insana şifa kazandırmak mı mesela. Aynı soruyu gazetecilik mesleği için de sorabiliriz. Bir gazetenin, bir gazete yöneticisinin, bir muhabirin, bir köşe yazarının varlık nedeni nedir? Güçlünün yanında olmak mı, sadece satış ve gelir durumuyla ilgilenip başka hiçbir şeyi önemsememek mi? Demokratik ilkeyi mi üstte tutmak, yoksa her halükarda düzenin bekçisi olmak mı? Bir gün iktidara, iki gün askeri bürokrasiye selam durmak mı? Nedir her gün insanların bir köşe yazmasının anlamı. Ün tutkusu mu, güçlü isimlerle bir arada olma zevki mi, yoksa gerçeği aramak mı? Elbette bugün tüm dünyada medya, kurulu düzenin en önemli araçlarından biridir. Bu sistem sayesinde varolan, güç kazanan, para kazanan gazete ve televizyonların sistemle uyum içinde olmaması düşünülemez. Ama bu medyanın kurulu düzeni olduğu gibi kabul etmesi anlamına mı gelir? Bu düzenin "zenci-beyaz" ayrımlarına gözünü kapamasını mı gerektirir. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, insanlara inançları ve bundan kaynaklanan giyim tarzları veya etnik kökenleri nedeniyle böyle bir muamele reva görülmektedir. Sadece bu mu? Düzenin en güçlü bekçisi bile kendi mensuplarını bu şekilde ayrıma tabi tutabilmektedir (Bakınız Umur Talu'nun yazıları). Bunları görmezden gelmek midir gazetecilik. "Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım" anlayışını tek tek her köşeye, her muhabire ve giderek her okura aşılama çabası mıdır artık. Neyin normal, neyin sıra dışı olduğunu meslekte çeyrek asrı devirmiş gazetecilere, "halkla ilişkiler uzmanları"nın açıklaması mıdır? "Gazeteci kalemini kırar ama satmaz", hepimize onur veren bir mittir. Ama mitler uygulama alanı buldukları ve bir ritüelleri olduğu sürece vardırlar. Günlük hayatta karşılığını bulamayan mit ölür. Bizim mesleğin miti de öyle oluyor giderek.
|