|
|
|
|
|
|
'Aşkın heyecanını herkes taşıyamaz'
Nurgül Yeşilçay ve Cem Özer'in başrolünde oynadığı Adem'in Trenleri, Barış Pirhasan'ın dördüncü uzun metrajlı filmi. Yönetmen, yapımcıların seyircinin sıcak karşılayacağı bir film istedikleri için filmi yumuşattığını söylemekten de çekinmiyor.
Sayısız şiiri, senaryosu, kısa metrajı derken dördüncü uzun metrajlı filmi Adem'in Trenleri'nde, gene kendini deforme etmeyen bir yönetmenle karşı karşıyayız. Barış Pirhasan'ı küçük ama sağlam, aynı zamanda dokunaklı kasaba hikâyelerinin unutulmaz yönetmeni olarak bir kalıba sığdırmaya çalışmak, büyük hata olur. Bu film iş yapmazsa Türk seyircisi tutarlı bir sinema dili konusunda çok şeyden habersiz kalacak.
- Türkiye'de düzgün bir iş çıkardığınız zaman, eğer bu bir filmse, seyredilmemek gibi bir karşılığı olabiliyor. Siz hep seyirciye belli bir skalanın üstünde iş teslim etmekten bıkmıyor musunuz? -Bıkıyorum... Bıkmaktan çok, insan yoruluyor. Estetik, ekonomik ve etik olarak akıntıya kürek çekmek biraz yorucu bir şey. Daha fazla enerji istiyor. Bu bir tercih de değil üstelik, bir yaradılış meselesi. Ben adam olmam yani...
MİLİTAN OYUNCULAR - Kötü yola düşememek gibi mi? - İşte buna çok gülüyorum, hayatından ve ekonomik zorluklardan çok bıkan son derece hanımefendi bir kadının "Pavyonda çalışsam da kurtulsam, düşsem de kurtulsam," demesi gibi bir şey o. Kolay değil ki. Yani kendi başına çok katı kuralları, hünerleri olan bir mesleğe sanki kendilerini bıraksalar düşeceklermiş gibi. Durum o değil. Nasıl kolay kolay hayat kadını olunamazsa, "Ben de hayat yönetmeni olacağım," deyince olmaz bu işler. O, saygı duyulması gereken ayrı bir iş, bir beceri ve hüner. Samimi söylüyorum o ayrı bir lanet, belki ben ve benim gibilerin durumu da ayrı bir lanet işte. Abartısız bir ıstırap, diyelim.
- Neden abartmayalım ki? - Çekilen film ölene kadar devam ediyor, çok da huzur verici bir şey bu. Sanki öldükten sonra da o huzuru bulacakmışım gibi bir duygu yaratıyor. Bu da kötü bir şey değil.
- Neden Nurgül Yeşilçay ve Cem Özer peki? - Bu arkadaşlar yalnız iyi ve başarılı oyuncu değil, militan oyuncular. Yani eşsiz bir disiplinleri var. Hani "Bugün havamda değilim, yok bugün geç kalırım, çalışamam," gibi kaprislerin şakasını bile yapacak olsalar, kostümünü giyer öyle yaparlar. Yani tutsan da oynarlar.
- Adem'in küçük ama çok sağlam bir hikâyesi var. Bir de tabii Anadolu'nun herhangi bir köşesindeki tren istasyonlarının büyüsü... Siz bu büyüyü nelere bağlarsınız bir yönetmen olarak? - Trendeysen tanımadığın hayatların içinden geçersin, istasyondaysan hiç tanımadığın hayatlar senin yanından geçer. Bilmediğin dünyalara değebilmenin heyecanıdır belki. Hep bir gizem vardır bu işte. Eski deniz yolculuklarında da vardır bu.
- Bu filmin aşk hikâyesi içinde en ilginç olan şeylerden biri ne sizce? - Bu filmde kaybedilince farkına varılan bir aşk olması ilginç. Öncesinde o aşk görünmüyor. İmamın aşkı böyle bir şey. Ve ilginç olan başka bir şey daha var, o da aşkın aynı zamanda korkutucu bir şey olması tabii. Bir başkası için kavuştuğu zaman biten aşk. Yani aşk bazıları için de ürkülen bir şey. Çünkü aşk sipsivri bir tek aşk olarak gelmiyor. Yanında sorumluluklar var.
- Bunu beceren var, beceremeyen de öyle mi? - Kesinlikle. Aşk denen şeyi herkes beceremez. Bizim imam becerebildiği için insan olabildi. Sahiden insan olmaya açılan kapı, onun bütün kibrini, kabuğunu kırmasıyla birlikte açıldı. Aşkın psikolojik ve maddi manevi bütün yükünü taşımaya hazır olduğunu gördüğümüz an da, o aşk başladı.
- Bir de Bekir gibi olanlar var. Onlar kaldıramıyor mu bu yükü? - Bekir aşkı hissediyor, fakat aşkı hissetmek bir şey değil. İnsanoğlu âşık olduğunu düşünür, ama onunla birlikte gelecek yükü, sorumluluğu, hatta heyecanı taşıyamaz.
- "Herkes aşkın heyecanını taşıyamaz," mı diyorsunuz? - E tabii, herkesin gücü yetmez o kadar şeyi taşımaya. Çünkü o bir açılma halidir. Bir kendini verme hali... Herkes kendini veremez. Keşke verebilse. Aşk, risk almaktır.
'KÖTÜLÜĞÜN HASI ÇOCUKTA' - Peki çocukların melek kanatlarının altında gizledikleri şeytan? Kamasutranın sunulduğu andan bahsediyorum. O ne kadar safça bir sunum? - "Dünyanın en saf, en melek yaratıkları çocuklar," diyen bir asistanım var ama orada çok kalmadı. "Sen ne sayıklıyorsun?" demiştim ona. Çocukların neresi saf? Hiç öyle bir şey yok. Kötülüğün, şeytaniliğin hası çocukta var. Biz bu yaşta gidip kedilerin gözünü çıkarıp, salyangoz yakmıyoruz. Yani saf kötülük çocuklarda var olan bir şey. Zaten toplumun oraya ya da buraya gitmesi, bütün bu dürtülerin nasıl biçimlendirildiğine, nasıl bir ortamda soluk alıp verdiğine bağlı...
- Siz bu dürtüleri iyi yönde paketlemişsiniz filmde, o niye? - Belki kendi başıma bırakılsam öyle yapmazdım. Ama yapımcılar gerçekten seyircinin sıcak karşılayacağı, seveceği bir film istiyorlardı benden. Biraz bile isteye yumuşatarak yaptım, bunun bir sakıncası olduğunu da zannetmiyorum. İbret çıkarılacak bir masal gibi anlattık her şeyi.
-Bu filmdeki kıssadan hisse ne? - Birini kazanmak istiyorsanız, kaybetmeyi göze alacaksınız. Kaybetmeyi göze alamazsanız, onu ancak muhafaza edebilirsiniz. Cebren ve hile ile muhafaza mümkün. Ama kazanmak istiyorsanız, kaybetmeyi göze almış, hatta "Bırak gitsin," diyebilmiş olmanız gerekiyor.
Şebnem AKSON
|
|
|
|
|
|
|
|
|