Boş koydu delikleri...
UYGARLIK, insanın dağları taklit etmesiyle başlar. Mısır piramitleri ve Aztek tapınakları, doğanın akıl ve emekle yorumlanmasının birer örneğidir. Türkçede dağ üzerine söylenen deyimlerden biri de şudur: "Dağ fare doğurdu." Güvendiğimiz, çok şey beklediğimiz birinin, beklentileri boşa çıkarmasının ardından söylenir bu deyim. Dağları taklit ederek başlayan uygarlığın 21. yüzyılın eşiğinde geldiği yer bilgisayardır, hiç şüphesiz... Ne gariptir ki bilgisayarı kullanım aracı da 'fare' adını taşımaktadır!
ŞÜKRET FARE! Tarih boyunca fareler, taşıdıkları veba mikrobuyla nice uygarlığın sonunu hazırlamışlardır. Korkarım ki insanlık, yeni bir fare türünün tehditi altına girmek üzere! Hitler'in, dev bir tank yapmaları emrini vermesiyle, mühendisler kolları sıvar. 15 metre uzunluğundaki ölüm aracına 'fare' adı verilir. Kalın zırhı olan bu fareler, nehirleri suyun altından da geçebilme özelliğine sahiptir. Adıyla anılan spor arabaların da yaratımcısı olan Dr. Porsche'un imzasını taşıyan tank öylesine ağırdır ki, geçtiği yol bir daha kullanılmaz hale gelir; binaların temelleri çatlar ve camlar kırılır. Savaşların artık bilgisayarla yapılacağı bir yüzyılda yaşıyoruz. Hitler'in rüyalarını süsleyen 'fare' daha ölümcül ve daha hafif olarak çıkıyor karşımıza... Gerçeğini gördüğünde kaçacak delik arayan çoğu kadın, hiç çekinmeden elini değdirir bilgisayar faresine. Oktay Rifat "Şükret fare / Bu kapana şükret..." dizeleriyle başladığı şiirinde asıl korkulması gerekene dikkat çeker: "Yooo fare / Olmaz fare / Şunun şurasında minnacık bir kapan bu / Ne tank / Ne top / Ne teyyare..."
KÖYÜN KAVALCISI Oktay Rifat'ın şiiri Farelerle İnsanlar adını taşır. Bu da John Steinbeck'in ölümsüz bir eserini anımsatır bizlere. Steinbeck'in 1937 yılında yayınlanan Fareler ve İnsanlar adlı kitabı, sinemaya uyarlandığında büyük ilgi görür. Öyle ki, film, kapitalizmin insanları nasıl sömürdüğünü yansıttığı için Sovyetler Birliği sinemalarında da gösterilir. Ama bir süre sonra yasaklanır. Bunun nedeni, Amerika'da yoksul ailelerin de otomobil sahibi olduğu düşüncesinin yaygınlaşmasından duyulan korkudur. Fareyi, çıkarlarına alet etmeden sevebilenler yalnızca şairlerdir. Cahit Külebi "Ne alnında dolaşan bir dost eli / Ne yardım isteyecek kimsesi vardı..." diyerek bir farenin ölümünü anlattığı şiirinde, insanı neredeyse ağlatacak dizeler kurar: Farecik! Nazlıcık! Garipçik! Canı çok yanıyordu günlerden beri. Kibardı, incecikti kuyruğu; Boş koydu delikleri. Bilinen bir hikâyedir: Almanya'nın kuzeyinde yer alan Hammein kenti, farelerin baskınına uğrar. Halk, istilacı fareleri yok etmek için her çareye başvurur, ama bir sonuç alamaz. Bir gün genç bir kavalcı çıkagelir. Kenti farelerden kurtaracağını söylese de insanlar alay eder kendisiyle. Genç adam, kavalını çalarak sokaklarda yürümeye başladığında, müziği duyan tüm fareler yuvalarından çıkar ve ardına takılır. Kavalcı, kentin dışına çıkarak farelerle birlikte kaybolur gözden... Hikâye burada bitmiyor, ama ben, bu bölümde takılı kalmışımdır. Nasıl olur da öylesine güzel bir müziğin ardından bir tek insan bile gitmez? Ben diyorum ki müzik eğitimi veren bir okulun bahçesine, kavalcıyı takip eden farelerin heykeli dikilmeli! Orhon Murat Arıburnu'nun şiiri bunun en güzel örneğidir: Sıcak ekmek kokusunu duyunca Küçük farem Deliğinde görünür Yemek ister, Yiyemez. İçmek ister, İçemez. AH ŞU TELDOLAP!
|