|
|
Bu filmde aşk üzerine derin sorular var!
Sevgi; tutku mudur, emek mi? Bir gün seçim yapmanız gerekse hangisini seçerdiniz? 'Ademin Trenleri' 2 Mart'ta gösterime giriyor ve herkesin kafası bu soruyla meşgul olacak gibi görünüyor. İki başrol oyuncusu filmi tartıştı ve kadın-erkek ilişkileri ve aşk üzerine ilginç bir söyleşi çıktı.
Evlendikten sonra ilk röportaj, anne olduktan sonra ilk röportaj, ilk film ve dizi röportajları derken karar veriyorum; bu karı-kocaya soracak sorum kalmamış! Ama bir bakıyorum yine karşılarındayım. 2 Mart'ta filmleri 'Ademin Trenleri' gösterime giriyor ya; izlemem, onlarla konuşmam, ne hissettiklerini bilmem lazım! Ne yapıp edip kapıyor röportajı, karşıma diziyorum onları. 'Eğreti Gelin' filmini de gösterime girmeden izlemiş; Nurgül Yeşilçay, Metin Akpınar ve Atıf Yılmaz'la yaptığımız sohbeti gece yarılarına kadar bitirememiştik. Yine öyle oldu; evlerini açtılar, filmi DVD'ye taktılar ve benimle birlikte karşısına geçip yeniden izlediler. Odada çıt çıkmıyordu ve Nurgül kendini tutamıyor, ağlıyordu. Çok etkilenmiş filminden, bu sonucu beklemediğini anlatıyor... Bu kadar duygusal olan ne mi? Özet geçiyorum... Cem Özer imam; heybetli, kibirli, zavallı ve acıklı... Nurgül Yeşilçay, karısı Hacer rolünde. Karnında bebeğiyle ortalıkta kalmış, hoca ona sahip çıkıp nikahına almış ama bunu Allah'ın sınavı kabul ettiği için ona elini bile sürmemiş. Aslında istemiyor değil; ama Hacer'in, bir gün asıl sahibi Bekir'e döneceğine inanmış, içten içe istese de ona yaklaşamamış. Kendini kötüye alıştırdığı için ona kötü bile davranmış. Küçük bir tren istasyonuna gelip yerleştiklerinde kaçınılmaz son karşılarına çıkıyor ve büyük hesaplaşma başlıyor. Emek mi kazanacak; aşk ve tutku mu? 'Selvi Boylum Al Yazmalım' filmindeki müthiş sorgulama yine karşımıza çıkıyor; kadının ikilemleri, beklentileri tüm çıplaklığıyla beyninizi kemiriyor. Öyle yazılıp çizildiği gibi müthiş sevişme sahneleri yok bu filmde! Ama müthiş duygusal, son derece gerçek, elle tutulabilecek kadar yoğun bir kavuşma sahnesi var ki göz yaşlarınızı bırakabilirsiniz o noktada...
İMAM
GİBİ DAVRANIR MIYDIN? * İzleyici koltuğundan baktığınızda nasıl bir duygu geçiyor size filmden? NURGÜL YEŞİLÇAY: İnsanın kendini izlerken ağlıyor olması enteresan. Genelde oyuncular kendi filmlerinde ağlamaz çünkü senaryosunu biliyoruzdur, bin defa provasını yapmışızdır, bin defa çekmişizdir. Orada oynayan kişi kocam, karşısında oynayan kişi ben ama bakıyorum yanımda ağlayan adam kocam, onun yanında ağlayan ben! Böyle hastalıklı bir durum. Ben çok duygulandım izlerken ve tamamen soyutladım kendimi.
* Bu kadar dışardan bakabiliyor mu insan kendine? N.Y: Baktım! Ama her zaman olmuyor. Çoğu zaman, 'burada bunu yapmasaydım, burada bu olmasaydı' diye izliyorsun filmi. Ama bu kez ben koptum! Sanki ben o değilim, orada başka biri oynuyor.
* Bu ne anlama geliyor peki? CEM ÖZER: Perdenin karşısına geçtiğimizde şu şaşırttı bizi; 'sanat' filmi olacağını düşünüyorduk. Barış çok sevdiğim bir insan ama sinema dili seyircinin talebini düşünmeyen, kendi iç dünyasından çıkan bir yönetmen. Bu da öyle bir film olur düşüncesiyle gittik oynadık ama seyrettiğimiz film 'Babam ve Oğlum', 'Selvi Boylum Al Yazmalım' tadındaydı. 15-20 dakikadan sonra küçük küçük çekiçler inmeye başlıyor kafana, sonra balyoza dönüşüyor. N.Y: Özel bir kesimin değil; çok büyük kitlelerin de hoşuna gidecek.
* Her oyuncuya nasip olmayan roller ve filmler vardır aslında... İmam rolü de böyle bir rol müydü? C.Ö: Çok değil aslında. Hacer de, imam da çok sıradan roller. Türkiye'de 20 tane filmde buna benzer karakterler oynanmıştır, hatırlamıyoruz bile. 'Neredesin Firuze'de benim oynadığım karakter yoktu senaryoda, dümdüz bir adamdı. Yani oynarsan var, oynamazsan yok! Yani bu rolleri sırtına alıp taşıyamazsan altında kalırsın, ezer seni rol, adamı mahveder. Yani silik kadın birdenbire silik bir oyuncu haline gelir.
* Nasıl inandırıcı kıldınız bu adamı? C.Ö: Hayatımda gördüğüm pek çok imam var, en azından cenazelere gidiyoruz. Ama bazı özel konularda destek aldım. Mesela çok dikkat etmediğim bir şeydi; imam ellerini kavuşturduğunda sağ el mi üstte durur, sol el mi üstte durur? Sağ el üstte dururmuş. Sonra dikkat ettim, bütün imamlar ağır ve ağdalı konuşuyor.
* Başrolde bir imam değil de öğretmen de oynayabilirdi değil mi? N.Y: Marangozda olabilirdi... C.Ö: Bu film dini akideleri, dogmayı filan anlatan, eleştiren, tartışan bir film değil içinde imam var diye. Aşkı, tutkuyu, sevgiyi, emeği anlatan bir film.
* Ve müthiş bir sorgulama var filmde... C.Ö: Tabii, sen imamın yerinde olsan, imam gibi davranabilir miydin? Herkes imam gibi olabilir miydi; büyük soru işareti.
* 'Selvi Boylum Al Yazmalım' filmindeki soru burada da karşımıza çıkıyor; sevgi emek midir, tutku mudur? N.Y: Kızla imamın durumu ve kızla Bekir'in durumu çok enteresan ve filmde herkes istediği yere çekebilecek o durumu. Mesela kızın Bekir'e tutkulu olduğunu düşünüyorsun, ben çok böyle düşünmüyorum.
* Kadın cinsel açlık çekiyor... N.Y: Evet, kadın senelerdir kimseyle cinsellik yaşamamış. Bu Bekir de olabilir, hoca da olabilir. Hocayı aslında istiyor ama hoca onu istemiyor. C.Ö: Hoca da onu istiyor bence ama uzak durması gerektiğini düşünüyor. İki tarafın da nefsine hakimiyet söz konusu.
* İmamın durumu da tartışmalı. Bir taraftan 'Vicdanımın sesini dinledim, iyilik olsun diye onu nikahıma aldım' diyor ancak kötü davranıyor kadına.. N.Y: Barış onu çok güzel çekmiş, çok açıkta bırakmış bir sürü şeyi ki seyirci doldursun. Her tarafa çekilebilir. C.Ö: Hocanın değiştiği yer, Derya Alabora'nın gelip hocaya oğlunun evlatlık olduğunu söyleme sahnesi. Yani orada bir günah çıkartma, imamla dertleşme falan yok; oradaki mesele şu: 'Bana bak kibirli herif, sadece kendin iyilik yaptığını zannetme, biz de yapıyoruz ve birini sahipleniyorsan ona sonuna kadar sahip çık' demeye getiriyor.
ŞİRİN SEVER
|