Soykırım ve hukuk
Türkiye'de bir süredir Ermeni soykırımı iddialarını Lahey'de ele alma yaklaşımı ağır basıyor. İşin içine hukuk girince, suçun tanımı, unsurları ve eldeki delilleri tartışmak kaçınılmaz hale geliyor. Hukuki Persfektifler Dergisi son sayısında tam da bunu yapmış. Süleyman Demirel Üniversitesi'nden Doç. Dr. Faruk Turhan, soykırım iddialarını hukuki açıdan ele almış. Bu yazı aslında Sayın Turhan'ın anlatımının bir özeti olacak. Yazının tamamına HPD'nin Aralık 2006 sayısından ulaşabilirsiniz. Öncelikle belirtelim ki, Ermenilere yönelik bir kıyım sonradan ortaya atılan bir iddia değil. İtilaf devletleri 24 Mayıs 1915'te Osmanlı Hükümeti'ne bir nota verip "Türkiye'nin insanlık ve medeniyet aleyhine işlediği bu suçların ışığında, müttefik güçler Babıali'ye açık olarak bildirirler ki, (müttefik güçler) Osmanlı hükümet üyelerini ve onların katliama karışan elemanlarını bu suçtan dolayı kişisel olarak sorumlu tutacaklardır" demiş. Ancak İngilizler İstanbul'u işgal etmelerine, dönemin iktidar sahiplerini tutuklayıp Malta'ya göndermelerine rağmen bir sonuca ulaşamamış. Bugün geldiğimiz noktada tehciri ve ölümleri tartışan yok. Sayıda bir anlaşmazlık var ama asıl sorun 1915'te yaşanan olayların ismini koymakta. Uluslararası hukuk uzmanlarının çalışmaları ağırlıklı olarak bu olayları soykırım diye niteliyor. Öncelikle soykırım kavramını ele almak gerekiyor. Bu tanımı ortaya atan Rafael Lemkin, kavramı Yunanca "genos" (ırk) ve Latince "ceadere" (öldürmek) kelimelerini bir araya getirerek oluşturmuş. Uluslararası hukuk açısından suçun tanımı 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinde yapılmış. Buna göre, soykırım suçu, ulusal, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen yok etmek amacıyla işlenen fiillerden meydana geliyor. Bu suçun fiillerini oluşturan eylemler de sınırlı biçimde sayılmış. Bunlar, yukarıda sayılan dört grubun üyelerini öldürmek, grup üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zararlar vermek, grubun kısmen veya tamamen bedensel tahribine yol açmaya elverişli yaşam şartlarına kasten tabi tutmak, grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirler almak ve gruba ait çocukları bir başka gruba zorla nakletmektir. Yani uluslararası bir mahkeme soykırım iddialarını ele alırken önce suçun maddi unsurlarına bakacak ve yukarıda aranan koşulların olup olmadığı iddialarını ele alacaktır. Ama iş bununla bitmemektedir. Soykırım suçunu suç haline getiren özellik "kast" koşuludur. Yani, suçu işleyen failin, yukarıda sayılan gruplardan birine yönelik fiilleri bilerek ve isteyerek işlemesi yetmemektedir. Ayrıca bu faillerin, sözü edilen gruplardan birini "tamamen veya kısmen" yok etme amacı da olmalıdır. Doç. Faruk Turhan'ın deyimiyle , "fail, grubun kısmen veya tamamen imha olacağını bilerek hareket etmesine rağmen, grubu yok etmek amacıyla değil de başka bir amaçla, örneğin, sırf askeri amaçla hareket ediyorsa, soykırım suçu olmaz." Özetle, soykırım failinin grubu yok etmek amacıyla hareket etmesinin ispat edilmesi şarttır. Türkiye, tehcir ve ardından meydana gelen kitlesel ölümlerin Ermenileri yok etmek amacıyla değil, Doğu illerinde savaş sırasında ortaya çıkan isyanları bastırmak, Müslümanlara yönelik saldırıları kesmek amacıyla yapıldığını savunuyor. Yani, soykırımın kast unsurunun olmadığını iddia ediyor. Uluslararası bir mahkemede, bu suçun maddi unsurlarından çok manevi unsuru, yani kast üzerinde durulacaktır. Burada Türkiye'nin açıklamakta güçlük çekeceği nokta, isyanı bastırmak için kadın-çocuk, yaşlı-genç demeden tüm nüfusun tehcire tabi tutulmasını izah olacaktır herhalde.
|