|
'Azınlıklardan korkmak niye?'
|
|
Türk medyasının Ermeni kökenli sayılı kalemlerinden Alin Taşçıyan da Ermeni olmasından ötürü az da olsa sıkıntı çekmiş. Hrant Dink cinayetinin ardından sergilenen halkların dayanışması Taşcıyan'ı çok etkilese de, genç gazeteci aşırı milliyetçiliğin hortlamasından endişeli.
Sevgili dostum Alin Taşçıyan, şimdiye dek benimle kimbilir kaç kez konuşma yaptı. Bugün ise sıra bende. Ermeni sorunu ve Ermeni kökenli vatandaşlarımızla ilişkilerimiz, tarihin şu dönüm noktasında öylesine önem kazandı ki, ben de bu konuda ilginç düşünceleri olan Alin'le konuşmak istedim. O basındaki en aydın kalemlerden biri ve olaylara son derece nesnel yaklaşma özelliği var.
- Alin, zaman zaman dışarda yaşayan akrabalarını ziyaret eder. Onun Fransa'dan ABD'ye dünyaya yayılmış bir büyük ailesi vardır. Nasıl insanlardır, diaspora ile ilişkileri nasıldır? -
Benim ailemin diaspora'yla pek ilişkisi yok. Anneannemin babası 1915 yılında söylentilerden ürkmüş, ikinci eşiyle birlikte İstanbul'dan Marsilya'ya göç etmiş. Eşi hiç Ermenice bilmediği için ailedeki herkes, çocuklar torunlar dahil çok temiz Türkçe konuşuyorlar. Aynı şekilde, anneannemin kız kardeşi büyük teyzem de çok iyi Türkçe bilen Kütahya kökenli bir Ermeniyle orada evlenmiş. Hepsi Türkçe konuşurlar. Erkek kardeşleri de Ege'den, aile evlerinde kasketle oturan tipik Türk köylüsüymüş. Hemen hepsi, genç kuşaklar dahil zaman zaman Türkiye'e gelmişler, ilişkiyi koparmamışlardır. Gelmeyenler de tipik Anadolu kültürünü sürdürürler: tavla oynar, bardak yerine o yöre dilinde "billur" derler.
- Başka kimler hangi ülkelere gitti? - Baba tarafım daha sonra Fransa'ya gitmiş. Dayım ise Amerika'yı tercih etmiş. Ama hepsinde şunu görüyorum: hep İstanbul özlemi taşırlar, yabancı dil yerine Türkçe konuşurlar. Hep Türkiye'nin lafı edilir, dolmalar yenir, karnıyarık yapılır, Türk kahvesi içilir. Öyle ki, ailenin Fransız damatları bile Türk kahvesi içtikten sonra fincanlarını kapatıp fal baktırırlar!.. Hepsi, Fransız veya Amerikalı, kendilerine özel bir aura yaratmış. Ki o da bence Anadolulu olmak...
- Ermenilerin Türk mutfağını çok iyi bildiği söylenir. Ama tipik Ermeni yemekleri de var, değil mi? - Evet, ama hepsi Osmanlı'nın saray mutfağında kaynaşmış. Onlar hepsini Türk yemeği diye anıyor. Ve Türkçe isimlerini kullanıyor.
- Alin, gençken bir sürü Ermeni arkadaşım oldu. Hemen hepsinin az da olsa bir şivesi vardı. Sense Türkçe'yi hiç aksansız konuşuyorsun. Bu neye bağlı? - İstanbul'da birlikte büyüdüğüm aile büyükleri arasında, çok az şivesi olan birini bile hatırlamıyorum. Büyük babamın hafif bir vurgu farkı vardı, ama anne tarafım gerçek İstanbullular oldukları için, Türkçe'yi eski İstanbullular gibi konuşurdu. Benim durumum farklı. Ben hiç Ermeni okuluna gitmedim, Ermeni arkadaşlarla büyümedim. O şiveden hiç etkilenmedim yani. İstanbullular'da, eğer çok da kapalı bir çevrede yaşamıyorlarsa, şive oluşmuyor. Annemle aramızda Türkçe konuşuruz, Ermenice değil.
- Nasıl bir dil Ermenice? - Hint-Avrupa denen dil ailesinden, daha çok Farsça'ya yakın denebilecek, ama yalnız başına duran bir dil ağacı var Ermenice'nin. Doğu ve batı Ermeniceleri de farklı, lehçe karşıtlıkları içeriyor. Fiil çekimleri filan değişiyor. En eski dillerden ve en eski alfabelerden biri aynı zamanda. Ermeniler kendilerine Ermeni demez, "Hay," der. Ermeni adı onlara Perslerin verdiği addır.
- Aileden Türkleri sevmeyen, eski anılarla beslenmiş kimse yok mu? - Ermenistan kökenli bir yengem var: amcamın eşi. Marsilya'da yaşıyorlar, Türkiye'yi de hiç görmedi. Onun kafasında, hani o korkulacak Türk imgesi var biraz. Belki benim tanıştığım ilk Türk-sevmez Ermeni oydu. Ama aile politik aile değil, yani bir kin ve intikam edebiyatıyla yaşamamışlar. Diyeceksiniz ki, bunun nedeni başlarına hiçbir şey gelmemiş olması. Ailenin kökeninde böyle hikâyeler olmayınca, insanlar daha özgür büyüyorlar. Ama sürekli "Bize neler yaptılar?" diye konuşan yaşlılar olursa, olay değişiyor. Ancak biz diyaspora deyince, kalabalık bir topluluğun içinde siyaset açısından aktif olan bir küçük guruptan söz ediyoruz. Ermeni diasporası bilmem kaç milyon Türk düşmanından oluşmuyor, çoğu öyle değil. Çok genelleştirmemek lazım.
- Sen Ermeni kökenli bir Türk vatandaşı olarak, herhangi bir şekilde sıkıntı çektin mi bu ülkede? - Sözünü bile etmeyeceğim çok küçük birkaç olay oldu. Cahil diyebileceğim birkaç insandan birkaç ima, bir iki kere hakaret gibi şeyler. Ama son dönemde basında yer almam nedeniyle kimi tuhaf, absürd tehditler de aldım. Kimi zaman birilerinin sadece bir soyadı bulup da size hakaret etmesi, tehdit sallaması çok çirkin.
- Peki, bu son olaylar seni nasıl etkiledi? - Çok üzüldüm. Kişisel olarak Hrant'ı çok tanımıyordum. Ama çok saygı duyuyordum. Gazeteci olarak tavrı çok önemliydi. Samimiydi, içidışı birdi, cesurdu. Benim gibi Ermenice okuyup yazamayan herkesin erişebileceği bir gazete çıkardı. Agos, kültürel bir girişim olarak çok önemliydi. Bu konularda duygularını, düşüncelerini çok düzgün ve doğru ifade edebilen, ciddi biçimde örnek aldığımız kişilikti. Alin sonra bana suikast sonrası olanlardan söz ediyor: - O cuma akşamı Agos'un önüne gittiğimde, şok yaşadım. O kalabalığı hiç beklemiyordum. Hiç örgütlenmeden, beş-on bin kişinin kalkıp gelmesi inanılmazdı. Elmadağ'dan Osmanbey'e tüm cadde insan doluydu. "Hepimiz Hrant'ız", "Hepimiz Ermeni'yiz" sloganları kendiliğinden ortaya çıktı. Oysa Ermeni sözcüğü hep belli bir hakaret içerirdi. Hatırlarım, Özal döneminde biri banliyö trenine Ermeni Özal yazmış, yazı günlerce kalmıştı. Ünlü basın fotoğrafçısı Garbis Özatay anlatırdı: Güneydoğu'da bir röportaja gidiyor, laf arasında "Ben Ermeni'yim," deyince, hemen "Estağfurullah efendim," diyorlar! Bir dönemin içişleri bakanı Meral Akşener, hem de meclis kürsüsünden "Ermeni dölü" sözünü küfür olarak kullanabiliyor. Tüm bunları yaşamış biri olarak etraftan o sesi duyunca, birden kendinizi iyi hissediyorsunuz., "Burada yaşamaya devam ederim," diyorsunuz. Aslında sevgi dolu, mutlu olmayı, dayanışmayı bilen, muhabbetli olabilen bir toplum içinde yaşıyoruz. Ama bunun bir empati sloganına dönüşmesi çok etkileyiciydi. Tabii cenaze de çok önemliydi. Kendiliğinden koşup gelen, hıçkıra hıçkıra ağlayan, telefonlar açan, İstanbul dışından, hatta yurtdışından gelen kişiler oldu. Çoğu Ermeni değildi, gayet Müslüman, gayet Türk'tüler, ama gelip bir acıyı paylaştılar.
- Çok etkilendin, değil mi? - Evet, bu toprağa güvenim arttı. Bence insanlar tıpatıp kendi benzerleriyle bir arada yaşamayı en çok güvenlik kaygısıyla istiyorlar. Aynı ulustan olmak, aynı dinden olmak, aynı mezhepten veya kabileden olmak. Ama yetmez, çünkü aynı aile içinde bile kanlı cinayetler olabiliyor. Baba oğulu, anne kocasını öldürebiliyor. "Öteki"nden bu kadar korkmasak, farklılığa bu kadar karşı çıkmasak...Üstelik asıl sorun, hepimizin yaşadığı gezegende. Tepemizdeki güneş bile bir tehdit unsuru haline gelmişken, toprak ayağımızın altından kayarken, bu konulara kafa yorsak daha iyi değil mi?
|