Yoksulluğun karanlığı
Addis Ababa - Etiyopya.
Kara Afrika'nın kimi ülkelerle karşılaştırıldığında daha iyi durumda olduğu söylenen bir bölgesindeyiz: Etiyopya'da... "Yanık Yüzlü İnsanlar Ülkesi" anlamına geliyor Etiyopya. Belki de kadersiz kıtanın burnu anlamına gelen bir söz bulsalar daha iyi olurdu. Amerika'nın keşfinin ardından insafsızca yağmalanan, insan kaynakları tüketilen, insanına hayvan muamelesi yapılan bir kıta bu. Her ülkesi diğerinden daha yoksul. Etiyopya 70 milyon nüfuslu bir ülke. Gayri Safi Milli Hasılası ise ancak 8.7 milyar dolar. Kişi başına milli geliri 130 dolar. Kendisini Addis Ababa'ya atanlar şanslı. Çünkü burada iş bulma umudu az da olsa var. Burada günde bir dolar kazanan kendisini mutlu hissediyor. Yüzde 55'i Müslüman, yüzde 45'i Hıristiyan olan ülkede, iki din de birbirinden çok uzak değil. Sadece insanların bir arada yaşaması anlamında değil, dini pratikler olarak. Gece boyu kiliseden yükselen ayet benzeri dualar bunun bir göstergesi. Veya buranın Ortodoks Hıristiyanlarının günde üç vakit namaz kılmaları. Dediğim gibi, yoksulluk gerçekten kelimelerle anlatılacak gibi değil. Tenekeden yapılmış, derme-çatma, kulübe benzeri yapıların büyüklüğü beş ile on metrekare arasında değişiyor. Bunlar bir tren vagonu gibi yan yana sıralanıyor. Her evde anne-baba ve iki çocuktan oluşan bir aile yaşıyor. Banyo, köşedeki bir leğenden ibaret. Tuvalet ise o uzun vagonun ortak kullanımına açık. 15-20 aile tek bir tuvaleti kullanıyor (Başbakan Erdoğan önceki gece bunların 20'ye yakınını gezdi). Zaten erkeklerin tuvalet derdi yok. Yolun herhangi bir noktasında sıkışırlarsa, hiç istiflerini bozmuyorlar, durup sırtlarını yola dönüp ihtiyaçlarını gideriyorlar. Toplum sözleşmesi kuramcılarının ortaya attığı, insanın doğal haline yakın bir yaşam koşulu bu. Çünkü su yok. Nil'in doğduğu topraklarda evlere su verilemiyor. Çünkü ne bir baraj, ne bir gölet yapılmış. O yüzden kişi başı milli gelirin 130 dolar olduğu ülkede eve sayaç bağlatmanın bedeli tam bin dolar. O yüzden kadınlar bütün gün 20 litrelik bidonlarla su taşıyor. Çocuklar, ellerinde küçük bidonlarla gaz lambası için gazyağı kuyruğuna giriyor. Kadınlar toplumun temel direği. Ev işlerinde çalıştıkları yetmiyormuş gibi, bütün ağır işlere onlar koşuyor. Çinlilerin yürüttüğü yol inşaatlarında çalışanların tamamına yakını kadın. Taşı onlar kırıyor, betonu onlar karıyor, duvarları onlar örüyor. Ve elbette dünyanın en eski mesleğini de onlar yapıyor. Her yaştan genç kız geceleri vücutlarını pazara çıkarıyor. Üç-beş dolar kazanmak umuduyla otel barlarında sabahlıyor. AIDS alabildiğine yaygın. Ve bu garip ülkede bir avuç Türk yaşıyor. Üçü Fethullah Hoca Cemaati'nin açtığı okullarda görev yapıyor. Amerikan, Fransız, İtalyan, Ermeni, Yunan okullarının yanı sıra burada bir de Türk koleji var. Çocuklar sizi kapıda "Hoş geldiniz" diye karşılıyor, isminizi Türkçe soruyor. Ülkenin ana dilinden sonra ise İngilizce yaygın. Lise bitirmiş herkes İngilizce konuşuyor. Eğitim sistemlerinin bizden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. 8 yıllık temel eğitimden sonra, iki yıllık lise eğitim var. İki yılın sonunda başarısız görülenler meslek lisesine gidiyor, başarılı azınlık normal liseye. Onlar da iki yılın sonunda girdikleri sınavda aldıkları nota göre üniversiteye yerleştiriliyor. İnsanlığın doğduğu kıta, bugün tamamında insanlıktan uzak koşullarda yaşıyor. Kıtanın bu halinin sorumluları ise yardım elini uzatmakta hiç aceleci ve cömert davranmıyor. Onların tek derdi bu insanların kendi ülkelerine gelişinin önünü kesmek. Çağdaş Batı'nın insanlık anlayışı da bu.
|