Erdoğan, yargının yanlılığından şikâyetçi
Addis Ababa/Etiyopya.
Başbakan Erdoğan kamudaki kadrolaşma iddialarına yargı üzerinden yanıt verdi. Bu ülkenin Başbakanı olarak kendisine "omurgasız" denildiğini söyleyen Erdoğan, yargı yolunda aldığı olumsuz sonuçlarda ideolojik bir tepkinin varlığından rahatsızlığını dile getirdi. Afrika Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi için Addis Ababa yolundayız. Gecenin karanlığında kara Afrika'nın derinliklerine doğru uçuyoruz. Başbakan ile Hrant Dink suikastinden derin devlete, birçok konuya değinen bir söyleşi yapıyoruz. Derin devlet hassas bir konu. Yıllar önce Bülent Ecevit daha genç bir siyasetçiyken kontrgerilla kavramını ortaya atmış ancak arkasını getirememişti. Rahmetli Özal belki aynı nedenle kendisine Kartal Demirağ'ın ateş açtığı olayın arkasını kurcalamamıştı. Ecevit'ten neredeyse 30 yıl sonra, bu kez bir başbakan devlet içindeki çetelerden söz ediyor. Konu, Hrant Dink suikastinden başlayıp Şemdinli'ye, Atabeyler'e ulaşan olaylar. Kurumlar içinde çetelerin varlığının Osmanlı'dan beri varolduğu gerçeğinin altını çiziyor Başbakan. Üzerine yeterince gidilemediğine, bunun bedelini hem devlet, hem toplum olarak ödediğimize işaret ediyor. Yürütme erki olarak bu konuda hareket alanının sınırlı olduğu gerçeğinin altını çiziyor. Çetelerle mücadele için yasama, yürütme ve yargının işbirliği içinde hareket etmesi gerektiğini söylüyor. Trabzon'daki kararlarını bu konudaki azimlerinin bir göstergesi olarak görüyor. Vali ile emniyet müdürünün görevden alınması ile hemen iki mülkiye müfettişi gönderilmesini bu ildeki çeteleşme ile mücadelenin altyapısını oluşturacak adımlar olarak gördüğünü vurguluyor. Mülkiye müfettişlerinin raporundan sonra, ne gibi yazışmaların yapıldığını, bu yazışmaların gereğinin yerine getirilip getirilmediğinin ortaya çıkacağını belirtiyor. Peki ya Şemdinli? Şemdinli'nin üzerinin bir çeşit kapatılmış olması çeteleri cesaretlendirmiş olabilir mi? Başbakan yargının bu konuda bir karar verdiğini, henüz nihai olmayan bu kararın herkesi memnun etmemiş olabileceğini kabul ediyor. Şemdinli'den sonra Atabeyler, Sauna gibi çeşitli örgütlenmelerin ortaya çıktığını, kişisel hesaplarına girilmesinin de böyle bir gelişmenin sonucu olabileceğini kabul ediyor. Çözüm. Olayların üzerine cesaretle gitmek. Kolay mı? Olmadığı yakın tarihimizde örnekleriyle görülüyor. Ancak Hrant Dink suikasti sonrası daha hassas olduğu görülüyor. Geçen gece araba vapurunun kaçırılmasına da bu gözle bakılması gerektiğini, hemen bireysel olay hükmü verilmemesi gerektiğini belirtiyor. Soru üzerine, bu olayların parlamentoda yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini etkileme çabasının sonucu ortaya çıkmış olabileceğini kabul ediyor. Peki ya Karadeniz? Samsun'dan öteye, Karadeniz'e hassasiyetle eğildiklerini anlatıyor. Terörün sahile inme çabalarından söz ediyor. Merkezden atanan yöneticilerin eşgüdüm içinde çalışmasının önemine işaret ediyor. Trabzon'un seçilmesinin tesadüfi olmadığını vurguluyor. Burada konu kadrolaşmaya dönüveriyor birden. Kendisine yumurta atan adamın yakalandığından, ancak bir kapıdan girip bir kapıdan çıktığından dem vuruyor. Kendisine yönelik hakaretlerin nedense hep eleştiri kapsamında görülmesinden yakınıyor. Bunu sonuçta belirli bir kadrolaşmanın sonucuna bağlıyor. "Kadrolaşma deniliyor ya! Hangi dönemde nasıl kadrolaşma yapılmış, görmek açısından önemli" vurgusu yapıyor. Danıştay'dan ise göreve iade kararları nedeniyle şikayet ediyor. Bu kararlar yüzünden iş yapmanın zorlaştığını anlatıyor. Hrant Dink suikastindeki Erhan Abi'nin polis ajanı olup olmadığı sorusuna ise, "Konu yargıya aksetti. Yorum yaparsam yargıyı etkilemiş olurum" diyerek örtülü doğrulama yapıyor. Ve Hrant Dink'in öldürülmesiyle başlayan milliyetçilik tartışması... "Milletimi seviyorum" diyerek yapılan lafzi milliyetçiliğe karşı olduğunu belirtiyor öncelikle. Milliyetçiliğin millete hizmetle eş olduğunu anlatıyor. Burada MHP'ye isim vermeden yükleniyor: "3.5 yıl iktidarda kaldınız ne hizmet yaptınız" diye. "Ya sev, ya terk et" sloganının yanlışlığını vurguluyor. "Buranın sahibi sen misin" diye soruyor. Bu sloganın ayrımcılığı körüklediğini vurguluyor. Türkiye'de 36 etnik kökenden insanın yaşadığına işaret eden Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yer alan vatandaşlık kavramının herkesi ortak bir potada birleştirdiğine işaret ediyor. Atatürk'ün 1920'deki Meclis konuşmasında yaptığı tanımın en güzel tanım olduğunu söylüyor. Bu tanımı Meclis kürsüsünden okuduğunu hatırlatan Erdoğan, "Baykal bu tanımı anlamak istemiyor. Kabul etse, Atatürk'le ters düşecek çünkü" yorumu yapıyor. Ya erken seçim? Burada Başbakan'ın kafasının net olmadığı anlaşılıyor. Çünkü bir yandan erken seçim tarihi için Yüksek Seçim Kurulu'ndan süreyle ilgili görüş istendiğini anlatıyor Yani cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından bir erken seçim kararı sürpriz olmaz. Ne kadar erken olabileceğini YSK ile yapılacak görüşmeler belirleyecek. Başbakan'ın kafasında 90 günlük bir seçim propagandası dönemi var. Mayısta karar alınıp eylülde seçime gidilebilir. Ancak burada bir çekincesi var. 25 yaş seçilebilirlik kuralının uygulanabilmesi. Eğer yasa bu kuralın uygulanmasına engelse seçimin kasımda yapılmasından yana.
|