Devlet başa...
1. Deniyor ki; E.T. bir gün Y.H. ile birlikte Trabzon'da bomba imal edip atılmasını sağladı. 2. Y.H. İstanbul'da saklanırken yakalandı. 3. Her ne kadar şimdi "2 gün sonra yakalandı" deniyorsa da, o günkü kayıtlara göre bir hafta kadar geçmişti. 4. Yakalandığında, Emniyet Müdürü, "Örgüt yok. Münferit" demişti. 5. Lakin şimdi deniyor ki, E.T. de yakalandı ama Emniyet Müdürü onu dosya dışı bırakıp "muhbir" olarak görevlendirdi. 6. Vay anasını! 7. Demek (tabii tahmin edebiliriz de), bombalama, yaralama zanlısı kişileri yargıdan kaçırarak muhbir yapabilme yetkisi var Emniyet müdürlerinin. 8. Bir de, en az iki kişi olduğu halde, "Örgüt yok, münferit" deme görevleri de. 9. Emniyet Müdürü o günden sonra Trabzon'da iki yıl kadar daha görev yaptı; "Bize bu grupla ilgili bilgi getir" diye serbest bıraktığı "Muhbir" den nasıl yararlandı acaba. 10. Y.H. 11 ay tutukluluğu sırasında, daha sonra mahkûm (ama serbest!) kalana kadar "Abisi E.T." nin her duruşmaya geldiği söyleniyor. "Muhbir", duruşmada çalışıyor yani! 11. Daha vahimi, şimdi yine deniyor ki, "Muhbir, Dink suikastını önceden haber verdi." 12 . Vay anasını! 13. Yani, eğer hikâye doğruysa, Emniyet Müdürü'nün daha Kasım 2004'te görevlendirdiği "Muhbir" işini yapıyor, istihbarat topluyor ama kimse umursamıyor! 14. "Muhbir" i istihbaratla görevlendiren Emniyet Müdürü artık yerinde değil; başka görevde. Ama nerede dersiniz: Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı'nda. 15. Bu hikâyenin her yanı zaten vahim de... 16. Bombacıdan muhbir yaparak onu yargıdan kaçıran ama örgüt bulamayan ve ihbarını da ciddiye almayan bir Emniyet mi tercih edersiniz?.. 17. Yoksa yargıdan kaçırılıp muhbirlik beklenen ama bu arada birtakım örgütsel, derinsel işlere devam etme ihtimali bulunan birini çalıştıran bir Emniyet mi? 18. Bir de, itirafçıların tetikçi yapılması gibi aşk dolu, sevgi dolu bir "jötem" ihtimal var ki, o yüzden "Devlet başa..." zaten.
...Kuzgun leşe! Bir güne sığdırılan (ikisi yurtdışı gidiş geliş) dört uçuşu sonunda, havada beyin kanaması geçirdikten sonra komadan çıkamayıp ölen, yeni bebek sahibi hostesi duydunuz değil mi? Kader belki şudur: 33 yıl önce düşen THY uçağının pilotu olan babasıyla aynı gün toprağa verilmek. Üstelik kendi doğum gününde. Ama ilkyardım çantası dahi boş olan uçaklar kader değildir. İnsanların "köle gibi" çalıştırılması kader değildir. İşsizlik, geçim, kariyer gibi endişeler içindeki insanları köleleştirip bazen uçaklara, bazen bankalara, bazen karakollara tıkmak kader değildir. Doğru; bir hosteslik, bir bankada bir masa, bir vezne önü, bir memurluk, öğretmenlik, polislik kapabilmek için sınavlara üst üste yığılıyor insanlar. Torpiller aranıyor; partililer peşinde koşuluyor. Eleklerde sürünülüyor. O yüzden, hepsi köleleştirmeye müstahak görülüyor. Kamu böyle. Özel sektör de farklı değil. Cafcaflı, pek modern, online bankalara bir bakınız. Önünden geçerken akşam geç bir saatte; bir şubeye burnunuzu dayayıp bir bakınız. İçeride, genellikle fazla mesai filan da ödenmeden, genç yaşlarında rakam, bilanço, prim, hedef manyağı kılınarak akşamın geç saatlerine kadar (hırsla ve endişeyle) çürütülen insanlar göreceksiniz. "Adaletsizlik" ve "hakkaniyetsizlik", şahin gibi bir yırtıcılık, hoyratlık her yerine işlemişse, derin veya sathi "kamusal hayat" leşe döndürülmüş kuzgunlarla, kurda yem olan yahut kurtlaşmış kuzularla doludur zaten.
|