| |
İsmail Cem ve sol
Dışişleri eski Bakanı ve sosyal demokrat hareketin en değerli beyinlerinden sevgili İsmail Cem'in ardından yayınlanan mesajlarda Türkçe'nin tüm övgü sıfatları tüketildi: "Saygın, aydın, seçkin, kültürlü, birikimli, çağdaş, beyefendi, müstesna, yeri doldurulamaz, fedakâr, güvenilir, çok yönlü, uzlaşmacı, sıradışı, alçakgönüllü, zarif, nazik, düşünür, namuslu, kaliteli, kişilik sahibi, şaibesiz..." SABAH'ta birlikte çalıştığımız dönemde yakından tanıma şansı bulduğumuz İsmail Cem tüm bu sıfatları fazlasıyla hak ediyor. Tıpkı ardından ağıtlar yakılan solun bir başka değerli ismi, Aydın Güven Gürkan gibi. Geçen yıl aşağıyukarı bugünlerde, 22 Ocak 2006'da vefat eden Gürkan'ın da hakkı teslim edilmişti: "İlkeli, dürüst, ahlaklı, sorumlu, yapıcı, devlet adamı, istikrarlı, uzlaşmacı, erdemli, fedakar, hırsı değil akılı öne çıkaran, gerçek aydın, üstün niteliklere sahip..." İsmi lazım değil, o mesaj ve övgü yağmurunda yakın dostu bir siyasetçinin sözleri kaynayıp gitmişti: "Vefasızlıkla karşılaştı. Onu siyasetin dışarısına atmak için çok uğraştılar. Başardılar da." Gürkan'ın kahırdan hastalandığını ima ediyordu. İsmail Cem için henüz gerçeğin adını koyan, "Sırtından hançerlenmek onu kahretti" diyen çıkmadı. Büyük olasılıkla çıkmayacak da. Sıcak gözyaşları dökenler içlerine atacaklar. Timsah gözyaşları dökenler ise susacaklar. Ancak bu suskunluk, utanç ya da ikiyüzlülük, tıpkı Gürkan gibi Türk siyasetine ve sosyal demokrasiye katkıda bulunma çabasını son nefesine kadar sürdüren İsmail Cem'in haykırdığı gerçekleri değiştirmeyecek: "Türkiye'de sol sosyolojik tabanına sahip çıkmadı ve kaybetti. Sol artık kendi insanlarının hareketi olmaktan uzaklaştı." "Geçmişte kalarak geleceği yaratmak mümkün değildir. Geriye baka baka ileriye gidilmez." "Bir siyasi parti kendi içinde demokrat değilse, o partinin yaptığı sosyal demokrasi de demokrasiye benzemiyor." "Sosyal demokrasinin sağla benzeşerek değil, kendi sol ve demokratik özü doğrultusunda, özgürlük, eşitlik ve gelişmenin kulvarlarında kendi kimliğini kanıtlaması gerekiyor."
1990'lardan günümüze Aynı tespitleri CHP lideri Baykal da yapmıştı. 1990'larda hem tek başına, hem de İsmail Cem'le birlikte kaleme aldığı kitaplarda: "Sol, özünü, yani yeniliğini yitirmekteydi. Artık sadece geçmiş kazanımların savunuculuğuyla yetiniyordu. Yeni bir şey söylemiyor, topluma yeni hedefler gösteremiyordu. Bir bakıma, değişen toplumun yeni sorunlarına, geçmişin tozlu raflarından indirilmiş eski reçeteleri önermekteydi. Yeni çözüm getiremiyordu. Yeni tezler geliştiremiyordu. İster istemez 'istemezük'ten ibaret bir siyasal söylemin sözcüsü konumuna düştü. Eskimeye, kanıksanmaya başladı. İdeolojisinden, idealizminden, iddialarından uzaklaştı. Daha da önemlisi, sol bu eskimenin renksizliğine, orta yolculuğuna sürüklenirken, sağ yanıltıcı da olsa, bu yenileşme iddiasını kendi kulvarlarında koşturmaktaydı. Sanki sağ yenileşmenin öncüsüydü, muhafazakarlık ise solun payına düşmüştü." Hrant Dink suikastinden sonra yeniden alevlenen Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesiyle ilgili tartışmalarda AK Parti sözcülerinin "Değiştirilmesi şart", CHP sözcülerinin ise "Değiştirtmeyiz, virgülüne bile dokundurtmayız" açıklamalarını duydukça, insan Baykal'ın yukarıya bir bölümünü aldığımız 1990'lardaki tahlilini anımsıyor ve ister istemez iç çekiyor: "İsmail Cem'e mi yanalım, CHP'ye mi?" Türkiye cumhurbaşkanlığına layık bir evladını yitirdi. Başımız sağolsun.
|