Buraya kadarmış
Gözüpek bir aydını, mesleğinin eri bir meslektaşı, ülkesini ve insanları canı gibi seven bir insanı kaybetmenin acısı içinde yazıyorum bu satırları. En büyük acım, kalbi evren kadar büyük olan bir kardeşimi kaybetmiş olmaktır. Bu noktaya geleceğini biliyor muydum? Görmek istememiştim, sezdiğim halde. Duyunca "eyvah!" dedim, bilerek. Beni ilk uyaran, dışarda yaşayan, sezgisi çok güçlü bir entelektüel olmuştu. Geçen yıl Orhan Pamuk duruşması ardından yaşanan linç girişimi ve holiganların arabaya saldırı sahnelerini izledikten sonra beni aramış, "Türkiye doğrucularını, aykırı konuşanı yemeyi sever, Orhan'la Hrant'ın kendilerine çok dikkat etmesi lazım" demişti. Aynı gece kalabalık bir grupla beraberken üçümüz bir ara başbaşa kaldık. Beni de rahatsız eden endişeleri onlara aktardım. "Bu ülkede Sabahattin Ali, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Musa Anter gibi çok değerli insan kim vurduya gitti, aman dikkat" dedim. Hrant her zamanki rahatlığıyla "boşver abi" dedi. Çok ciddi olduğumu görünce, daha sonra bir daha yanıma geldi, teselli edercesine, "Bu güzel ülkede doğruları savunan o kadar cesur insan var ki. Ne yapalım, ne olacaksa olur" diye ekledi. Onu sonra birkaç kez daha uyardığımı biliyorum. Tabii, neye yarar? Anlamsız. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Duygusaldı. Kalbiyle konuşurdu. Türkiye ve Ermenistan'ın insanlarını eski kardeşliğine kavuşturmak, tarihle barıştırmak en büyük düşüydü. Türklere Ermenilerin dünyasını, Ermenilere de Türklerin dünyasını anlattı durdu, sabırla. Doğrucuydu hep. Özgürce anlatmak istedi. Bu yüzden hem Türkiye'de başı derde girdi, hem de yasak heveslisi Fransa'ya çok haklı olarak meydan okudu. Nefret mafyası, her iki tarafta da, hiç sevmedi onu. Türkiye çok değerli bir evladını kaybetmiştir. Bu daha sonra anlaşılacaktır. Toprağın bol olsun, sevgili kardeşimiz!
|