Her yüz bir 'anı' yazar
Dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler ile yıllardır İsveç'te yaşayan belgesel sinemacı ve yazar Güneş Karabuda, Cannes Film Festivali'nde Savaş ve Barış filminin ünlü Rus yönetmeni Sergey Bondarçuk ile bir röportaj yapacaklardır. Bondarçuk, Güler ve Karabuda'ya Cannes'ın görkemli oteli Carlton'da sabah saat dokuzda randevu verir; ama 'dünden kalmış'tır, "Govud mornik, velkom!" diyerek konuklarını karşılar. Tam fotoğraf çekilecekken de "Bir dakika," der, "Önce bir şeyler içelim!" Ve valizinden çıkardığı Stoliçkaya votkasını, banyodan aldığı diş fırçası bardaklarına doldurduktan sonra; "Nazdarovya!" nidasıyla kadehler kaldırılır. Üstelik bardaklarda son damlası kalmayacak bir biçimde... İlk bardaktan sonra, ikisi de çok iyi bilmemesine rağmen, Ara Güler ile Bondarçuk hemen İngilizce konuşmaya başlarlar. İkinci bardaktan sonra Ara Güler şöyle söylenecektir:
İKİNCİ ŞİŞE GELMEDEN "Evladım, dut gibi olduk!" Biraz sonra votka şişesinin dibi görünür, Bondarçuk valizinden ikinci şişeyi çıkaracakken Ara Güler ve Karabuda izin isteyip ayrılırlar. Cannes'da kordon boyunda yürürken Ara Güler sorar: "Güneş, fotoğraf makinelerin nerede?" Karabuda'nın iki fotoğraf makinesi de yoktur; Ara Güler'e "Seninkiler nerede?" diye sormaya vakit kalmadan anlaşılır ki, Ara Güler'in fotoğraf makineleri de üzerinde değildir. Durum anlaşılmıştır: Ara Güler'in dört, Güneş Karabuda'nın iki fotoğraf makinesi Bondarçuk'un otel odasında unutulmuştur. Ara Güler, hemen Bondarçuk'a gider ve biraz sonra makinelerle döner. Bu arada Karabuda'ya şöyle diyecektir: "Evladım, iyi kurtulmuşuz; adam ikinci şişeyi de açmıştı!" Sinema eleştirmenlerinin duayeni Atilla Dorsay'ın Altın Portakal Film Festivali Yayınları arasında çıkan Bir Eleştirmenin Objektifinden albüm-kitabının sayfaları arasında gezinirken yukarıdaki 'anı' canlandı gözlerimin perdesinde. Kim bilir, görünen 'kare'lerin ardında nice böyle 'anı' yaşanmıştır. Ve Dorsay'ın 'yazı'ya değil de, 'fotoğraf'a döktüğü anılar...
ATİLLA DORSAY'IN KARELERİ 'Anılar' diyorum, çünkü her fotoğraf bir anıyı çağrıştırıyor. Kimler mi var bu fotoğrafların karelerinde? 'Sinema Sanatını Yaratanlar', yani yönetmenler; 'Gökyüzünde Parlayan Yıldızlar', yani sinema sanatçıları ve 'Bizim Sinemacılarımız'... 1973 yılının siyah-beyazlığı içinde Andrei Tarkovski, gizemini soğukluğundan alan Kim Novak, hasta yatağında ölüme direnen Atıf Yılmaz ve daha niceleri... Dorsay, kendi deyişiyle 'amatör' bir fotoğrafçı olarak kırk yıla ulaşan eleştirmenliği yanında, tanıdığı yönetmen, sanatçı ve elbette bizim sinemacılarımızı fotoğraf karelerine taşıyarak yarının Türk sinema kitaplığına önemli bir belge bırakmış oluyor. Biz, 'seyirci' olarak perdeye ya da ekrana yansıyan sinema oyuncularını hafızamıza nakşederiz; ama o filmi bir edebiyatçı titizliğiyle yapan yönetmenlerin 'yüz' kimlikleri, kişilik özellikleri nedense ilgi alanımızın dışında kalır, eğer 'magazin'e haber olmamışlarsa... Dorsay, albüm-kitabı ile sinemanın işte bu yüzünü, Ahmet Oktay'ın Her Yüz Bir Öykü Yazar kitabına nazire olarak Türk ve dünya sinemasının oyuncu ve yönetmenlerinin yüzlerini fotoğrafa aktarıyor. Yaşamının 40 yılını sinema eleştirmenliğine adamış Dorsay'ın bu çalışmasına en çok sinema yazarlarının sahip çıkmasını; bunu sevinçli bir olaya dönüştürmelerini beklerdim. Dorsay, bir gün de o fotoğrafların arkasında duran anılarını yazar mı? Sevgili Dorsay'ın 30 yıldır dostu ve arkadaşı olarak biliyorum, bunu da yapacaktır.
YAŞAM-EDEBİYAT BULUŞMASI "Yaşasın Edebiyat" şiarıyla yola çıkan Sanat Cephesi, bugün başlayan ve 19 Kasım'a kadar sürecek etkinliklerle birbirini anlamak ve etkilemek isteyen okuyucu ile yazarları bir araya getirmeyi amaçlıyor. Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde yapılacak etkinliklerde '80 sonrası edebiyat', 'edebiyat hayatın neresinde?', 'gençlik ve edebiyat' gibi konular tartışılacak, Ümraniye'de Hayatı Sanata Aktarmak başlığı altında bir atölye çalışması gerçekleştirilecek.
|