Babalar ve oğullar
Edebiyatın en can alıcı, en çok deşilen konularındandır babaoğul ilişkileri. Orhan Pamuk'un Nobel konuşması o gelenek içinden çıkan, bir babanın oğlu, bir oğlun babasıyla arasında kurulmuş bağı zarafetle ve doğrusu çok ince bir hüzünle anlatıyordu. Herhalde her oğlun babasından aldığı gerçekten var olmasa da bir köşede saklanan bir bavulu vardır. İçine bakıldığında insanın babası kadar, tıpkı Pamuk'un da yansıttığı gibi, kendisini de bulduğu, daha doğrusu keşfettiği bir bavul. Her oğul babası için "üstelik babam hayatımın ezici merkezi de olmamış beni özgür bırakmıştı" demek ister miydi, babalar bunu ne kadar isterdi? Onu kestirmekse zor. Hele buralarda. Ancak şurası muhakkak ki bu metin "babalar ve oğullar" külliyesinin önde gelen eserlerinden birisi olacaktır. Aslında bavulun hikayesi, yarattığı çağrışımlar, uyandırdığı duygular, başlattığı düşünceler yalnızca Pamuk'un babasıyla hikayesi değil; kendi yazı işçiliğinin, edebiyat anlayışının bir tanımlamasıydı. Bir yandan yazı yazma serüveninin zorluğunu, yalnızlığını, talep ettiği fedakârlıkları anlatırken diğer yandan da hasedin kavurduğu muarızlarına mesajlarını veriyordu. Cevdet Bey ve Oğulları ilk yayınlandığında bu kadar genç bir yazarın o kadar çok bilgi sahibi olamayacağı söylenivermişti. Ardından gelen Sessiz Ev biraz da o anlamsız eleştiriye cevap vermek amacıyla hikayesinde ansiklopedi yazılan envai çeşit bilgiyle doluydu.
Acılar, korkular ve yazar Yazarın yazma serüvenini anlatışı bu nedenle önemliydi. Hatırı sayılır bir kesimin en kısa yoldan şan, şöhret, servet ve itibar sahibi olmak istediği bir diyarda "iğneyle kuyu kazmak" ve "hayatımın bir şekilde eksik bir hayat olacağını" hissederek çalışmak kolay anlaşılır bir iş değildi. Bir metnin ortaya çıkmasının, bir edebiyat eserinin şekillenmesinin sırrının "nerden geleceği belli olmayan ilhamda değil, inat ve sabırdadır" vurgusu da. Pamuk'un eserini yaratırken katlandığı ve babasının katlanmak istemediği yalnızlığı, tek başına kağıdın karşısında saatlerce, günlerce oturmayı, bir hayatı buna adamayı anlamadan Nobel'in niye verildiğini anlamak mümkün olmayacaktır zaten. Eğer "yazar olmak demek, içimizde taşıdığımız, en fazla taşıdığımızı biraz bildiğimiz gizli yaralarımızın üzerinde durmak, onları sabırla keşfetmek, tanımak, iyice ortaya çıkarmak ve bu yaraları ve acıları yazımızın ve kimliğimizin bilinçle sahiplendiğimiz bir parçası haline" getirmekse aslında yazarın işi kolay da sayılmaz. Zira toplumların kendi korkularını, eksiklerini görmek isteyecekleri varsayımı her zaman doğru da değildir. O nedenle "herkesin bildiği ama bildiğini bilmediği şeylerden söz etmektir yazarlık" demek bir meydan okumadır ve risklidir aynı zamanda. Zira insanlar bildikleri ya da bildiklerini bilmedikleri şeyleri öğrenmekten de her zaman mutlu olmazlar.
Kıymetlendirdi.. O nedenle "İnsan toplulukları, kabileler, milletler edebiyatlarını önemsedikleri, yazarlarına kulak verdikleri ölçüde zekileşir, zenginleşir ve yükselirler ve hepimizin bildiği gibi, kitap yakmalar, yazarları aşağılamalar milletler için karanlık ve akılsız zamanların habercisidir" diyen yazarla toplumu arasında bir gerginlik, bir sürtüşme yaşanacaktır. Orhan Pamuk'un Nobel konuşması gelecekte de okunacak, üzerinde konuşulacak ve başka ülkelerin "bir odaya kapanıp, masaya oturup, tek başına kendi içine dönen ve bu sayede kelimelerle bir yeni alem kuran insanları" onu kendi eserlerinin temeline yerleştirecektir. Türkçeyi kıymetlendiren böyle bir konuşmaya, böyle bir ödüle sevinin, eksilmezsiniz.
|