Tabii ki siyaset olacak...
STOCKHOLM.
Alışılmamış bir Stockholm günü. Aralık genellikle karanlık ve kasvetli olur bu şehirde, iyi bilirim. Oysa pırıltılı bir sabaha uyandık, güneş cılız ışığıyla eski binaları yaladı durdu geçen saatler boyunca. Ama diğer yandan da gölgeler vardı. Siyasetin gölgeleri. Hayır öyle size dün yansıdığı gibi değil, başka türlü. İsveç bugünlerde ne kadar Pamuk ve öteki Nobel sahiplerine angaje ise, o kadar da Türkiye'nin AB ile ilişkilerine odaklanmış durumda. Pamuk'la yaşanan heyecan AB'nin Türkiye'ye ilişkin sert tavrından ötürü öfke ve sıkıntı da yaratıyor İsveçlilerde. Türkiye'nin davasını şu anda en iyi onlar anlıyor.
TÜRKİYE VE AB Orhan Pamuk daha yatağından kalkmadan, ismi buradaki en etkili iki gazeteden biri olan Dagens Nyheter'de karşıma çıkıverdi. Gazetenin başyazısı "Melankoli suları üzerindeki köprü" idi ve Pamuk'un "Beni bu konu çok üzüyor son günlerde" sözleri ile başlıyordu. Onun yazarlığında bu gazete Avrupa ile Asya arasındaki mesafenin ne kadar dar olduğunu bulmuştu ve "Türkiye'nin AB üyeliği" konusunda dünyadaki tüm Pamuk okurlarının aynı fikirde olduğunu söylüyordu. "En önemli nokta" diyordu yazı, "Avrupa'nın sosyoekonomik tartışma yerine sadece dinsel farklılıklara tıkanıp kalması. Oysa Avrupa din seçme özgürlüğü üzerine kurulu bir proje ve Türkiye'nin dışlanması bu projeye zarar verecektir." Pamuk ve siyaset. Tabii ki öyle olacak bugünlerde. Stockholm'de Nobel sahibi isimleri bir araya toplayan bu dinamikte siyaset- edebiyat ilişkileri var. Şayet Türk mahkemeleri ona dava açmasaydı belki daha farklı olacaktı manzara. Kim bilir? Buradaki sohbetlerde edebiyat ve siyaset ayrılmıyor birbirinden. Önceki akşam sadece dört gazeteci Pamuk'un İsveçli yayıncısı Norstedts'in özel davetindeydi. Ben, Hasan Cemal, Okay Gönensin ve Yasemin Çongar. Gayet sakin ve düzgün bir kalabalık yemekte buluştu. Pamuk'un masasında kızı Rüya ve ünlü İsveçli yazar P. O. Enkvist uzun süre konuştular. (Enkvist geçenlerde Türkiye'ye gelmiş, Yaşar Kemal'e de bir gece misafir olmuştu.) Pamuk'un diğer yanında ise ikinci kuşak Kürt kökenli gazeteci yazar Dilşa Demirbağ Sten. Masasına gelen başka misafirler de oldu. Ama ölçülüdür İsveçliler. Kimse de başına üşüşmedi, rahat bıraktı onu. Bizim masaya da geldi bir ara, bol bol şaka yaparak eğlendik. Sonra yayıncı Svante Weyler geldi. Kara Kitap'ın nasıl onu bir anda İsveç'te en yoğun ilgi odağı haline getirdiğini anlattı. "Böyle olur genelde, bir anda bir laf çıkar ve yayılıverir" dedi. Hemen tüm İsveçli edebiyatçılardan aynı şeyi duydum gece boyunca: "Lizbon, Paris, Moskova, New York gibi artık İstanbul da edebiyat coğrafyasına bir başkent olarak yerleşmiştir. Bunu herkes böyle bilsin, sizler de tadını çıkarın ve gururunu yaşayın." Ona sabah otel lobisinde uzaktan hayran hayran bakan bir yabancıya yaklaştım. İspanyolmuş. "Bu adama bakarken ne düşünüyorsun" diye sordum. "Modern Türkiye'yi" dedi. "Oraya gittiğim için ne dediğimi biliyorum" diye ekledi. Öğlen Türkiye Büyükelçiliği'nde Büyükelçi Necip Egüz'ün daveti de sıcak bir havada geçti. Binlerce fotoğraf çekildi ikili, üçlü ve daha çoklu.
TERTİP ROZETİ Bir ara gözüm Pamuk'un rozetine takıldı. Bir adam kafası. "Nedir bu" diye sordum. "Bu bizim tertip rozetimiz" dedi. "Hepimize taktılar." Nobelcilerdi kastettiği. "Ben onları artık 'tertip' olarak görüyorum" diye kahkahayı patlattı. Bugün herkes bu 'tertip'in konuşmasını konuşup çözümlüyor olacak. Türkiye'yi, özlemlerini ve çelişkilerini düşünerek. Ona daha yakınlaşarak. Ne mutlu Türkiye'ye!
|