|
Bu filmde kristalin sadece soğukluğu var
|
|
Antalya'da hemen tüm eleştirmen arkadaşlarımı mest eden ve Altın Portakal'ı da alıp evine götüren Kader, beni aynı ölçüde etkilemedi. Belki beklentilerim çok yüksek olduğu için.. Ama ne olursa olsun, bu filmle gerçek bir gönül bağı kuramadım. Doğrusu Zeki de bu gönül bağının kurulamaması için elinden geleni yapmış. Kültfilmi Masumiyet'in bir monolugundan yola çıkarak, o filmde 40'lı yaşlarını süren Bekir ve Uğur'un ilişkilerinin başlangıcını veriyor yönetmen... Film, bence tam anlamıyla çetin ceviz. Zeki'nin belki en sert kabuklu, en kişisel, ama aynı ölçüde seyirciye geçmesi zor filmi... İç içe örülmüş iki imkânsız aşk hikâyesi bu. Uğur'un neredeyse doğuştan katil Zagor'a ve de Bekir'in Uğur'a olan, ikisi de karşılıksız, imkânsız ve sadece keder veren aşkları, hatta tutkuları. Zeki'nin bir söyleşideki deyişleriyle, yine 'akıl dışı olan karakterler', yine 'hep bir imkansızın peşinde koşma duygusu', bir 'kendi kendini yok etme, kendi zararına olduğu halde bir şeyi isteme' halleri. Evet, doğrudur. Kimi aşklar nefretten, hakaretlerden, olanaksızlıklardan beslenir. Sevdiğimiz bizi ittikçe onu isteriz, uzaklaştırdıkça ona döneriz. Ama bir filmin bu duyguları anlatması yetmez, onları hissettirmesi gerekir. Oysa Uğur'un Zagor'a olan tutkusunu anlayamıyoruz, çünkü zaten gösterilmiyor. (Tek bir sahnede beraberler, o da çok kısa). Bekir'in Uğur'a olan mantığa, akla ve sağduyuya meydan okuyan ve de Masumiyet'ten bildiğimiz üzere neredeyse bir ömür boyu süren tutkusu ise, hemen hiç bir duygusal sahne, hiçbir aşka benzeyen ilişki anı içermiyor. Sürekli kaçan, küçümseyen, kin yağdıran bir kadın. Ve karşısında her şeyi, ailesini, eşi ve çocuğunu, mahallesini ve kentini terkedip kendisini yıllar boyu yollara vuran bir adam... Niçin, hangi tatmin, hangi ödül, hangi mutluluk anı için?
Yapay duygusallık Evet, tümüyle akıl dışı bir ilişki bu. Ama neredeyse artık Leyla'dan çok aşkın, tutkunun kendisine yönelen bu çağdaş Leyla ile Mecnun hikâyesine neden inanalım ki? Zeki, böyle bir tutkuyu anlatmanın bilinen hemen tüm yollarını yadsıyor. Alevli bir melodramı itiyor, gerçekçi bir yaklaşımı reddediyor. Hatta hikâyenin en dramatik anlarını bile, bir post-modern Brecht edasıyla bizden saklıyor. Böylece, kahvedeki ölümcül kavga (filmin belki en görkemli, en unutulmaz sahnesi), pavyondaki yaralama veya oteldeki intihar sahnelerinin ertesini göstermiyor, çok sonralara sıçrıyor. Ve böylece, temelde eski Türk filmlerinin duyarlılığını taşıyan bu görkemli melodram, hemen tüm etki gücünü yolda yitirip gidiyor, sürekli kopuk kopuk duruyor. Bilmiyorum, ister yerli, ister yabancı sinemada melodramı çok seven bir sinemasever olarak mı bakıyorum? Ama, özellikle klasik Yeşilçam'ın yapay ve yoğun duygusallığını modern bir anlatım tarzı uğruna silmek için, bir öbür uca, böylesine aranmış bir duygusuzluğa sığınmak şart mıydı? Geçmişte Zeki'nin filmleri için 'kristal kadar soğuk, ama kristal kadar güzel' deyişini kullandığımı hatırlıyorum. Burada artık kristalin sadece soğukluğu duyuluyor.
Kader * * Yönetim, senaryo ve görüntü: Zeki Demirkubuz/ Müzik: Edward Artemiev/ Oyuncular: Ufuk Bayraktar, Vildan Atasever, Engin Akyürek, Müge Ulusoy, Ozan Bilen, Settar Tanrıöğen, Erkan Can, Güzin Alkan/ Özen Film dağıtımı.
|