Türkiye yine de büyük
RİGA Nasıl anlatsam bilemiyorum. Resmi geziler, bazen verimli olur, bazen olağanüstü sıradan. Başbakan ya da Dışişleri Bakanı ile seyahat ediyorsanız, resmi delegasyonun bir parçası gibi neredeyse bütün önemli programları yakından izleme fırsatınız olur. Ancak genelde basının ilgisi ve uçakta liderle yaptığınız sohbet, iç politikaya endeksli olur. Gittiğiniz ülkede çok önemli diplomatik temaslar, kritik bir zirve olsa bile, bunlar habercilik açısından genelde ikinci plana düşer. Kısacası bambaşka diyarlar, yepyeni ufuklara yelken açsanız da, Türkiye gündeminden kopamazsınız. Ancak bu kez her şey farklıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan ile Letonya'daki NATO zirvesindeyiz. Gezimiz, ATA uçağına binmeden önce Esenboğa Havaalanı'nda Papa ile başladı. Başbakan ve Papa'nın 20 dakikayı aşan görüşmesi ve AB konusunda ciddi bir destek almak, Tayyip Erdoğan'ı son derece keyiflendirdi. NATO zirvesi ise, zaman zaman Türkiye'nin önemini unutan, Brüksel'den gelen haberlerle karamsarlığa boğulan bizlere ciddi bir hatırlatma niteliğindeydi. NATO, dünyanın en etkili yapılarından biri. Bu kez 29 ülkeyi Baltık Denizi kıyısındaki bu ufak şehre getiren, Afganistan ve uluslararası terörün kol gezdiği bir dönemde birliğin nasıl yapılanacağı sorusuydu. Ancak zirveye damgasını vuran, Türkiye oldu. Kapalı kapılar ardında liderler arasında iki konu konuşulmaktaydı: Afganistan'daki NATO gücünün mandasının genişleyip genişlememesi ve resmi gündemde olmasa da, Türkiye'nin AB süreci... Türkiye, yirminci yüzyılın kaderini tayin eden NATO'nun, Amerika'dan sonra en ağırlıklı üyesi. Delege salonunda yemekte yakaladığımız bazı Amerikalı subaylar, Afganistan'la ilgili tartışmaları aktarırken " Burada en belirleyici, Türkiye'nin tavrı . Onlar ne derse sonunda karar o yönde şekillenecektir" diyordu. Koridorlarda, basın merkezinde, delegelerle sohbetlerde konuşulan Türkiye'ydi. Başbakan Erdoğan'ın basın toplantısı iptal edildiğinde, yanımdaki yabancı gazeteciler "Hay Allah bugünün en önemli olayıydı" dedi. Dev ekranlarda, BBC ve CNN'de ilk üç haber de (George Bush, Tayyip Erdoğan ve Jacques Chirac'ın yan yana görüntüleri eşliğindeki NATO zirvesi kararları, Papa'nın Meryem Ana'daki ayini, Brüksel'den gelen müzakerelerin askıya alınması kararı)... Bütün bunları neden anlatıyorum? Bir gece önce, Riga'da kaldığımız otelin lobisinde bir grup gazeteci Başbakan'la uzun uzun sohbet ettik. Başbakan'ın anlattıklarının detaylarını aktaramayacağım, çünkü sohbetin "off the record" olmasına karar verilmişti. Ancak Erdoğan, önümüzdeki haftalarda yapacağı İran ve Suriye gezilerinden, Kuzey Irak'tan, Bush'la sohbetinden, Irak'la ilgili yeni düşüncelerinden ve Ortadoğu'da hem Lübnan hem de İsrailFilistin barışı için yapmayı tasarladıklarından söz etti. İki detay dikkatimi çekti... Birincisi Başbakanın Ortadoğu ve Irak'taki sorunların tüm detaylarına hakim olduğuydu. Kah Ehud Olmert'in son açıklamasındaki bir cümleden söz etti, kah Şebaa Çiftlikleri sorununun Lübnan barışı için nasıl çözümlenebileceğinden. Kafasında Irak, Kuzey Irak, Filistin ve Lübnan'ı tek bir çözüm paketinin unsurları olarak görüyordu. Yakın zamanda İran ve Suriye nezdinde yapacağı mekik diplomasisini Amerikalılarla dirsek temasıyla götürdüğü her halinden belliydi. İkinci detay ise Başbakanın Irak ve Kuzey Irak konusunda şimdiye kadar aklımızın köşesinden bile geçmeyen yeni ve yaratıcı bazı formüllere açık olduğuydu. Tüm bunları dinleyip NATO zirvesini soluduktan sonra klişelerin haklılığını bir kez daha anladım. Türkiye kilit ülke . Hem Ortadoğu hem Batı için. Brüksel'den gelen üç beş çapsız karar bu gerçeği hiçbir zaman değiştiremez.
|