Adını aldığım kadının aşkı...
Ben 1975 yılında doğdum. Doğduğumda Karaoğlan, Karaoğlanlığın zirvesindeymiş. Dedemin tüm kıskançlıklarına rağmen büyük bir Karaoğlan hayranı olan anneannem, Mersin'deki Ecevit mitinglerinde ön sıraları alırmış. Ancak o zamanlar bunun 'aşk' tadında bir hayranlık olmadığını belirtmeliyim. Çünkü Rahşan Hanım da başlarının tacıymış. Ben doğunca anneannem, her zamanki otoriter ses tonuyla annem ve babamı karşısına alıp "Eğer kızın adını Rahşan koymazsanız, sizi mahalleye sokmam" demiş. Anneciğim ve babacığım bu isteği ikiletmemişler. Ancak ileriyi gören insanlar oldukları için darbe marbe olur, bizim kızın siyasi geleceği ile oynamayalım diye 'Biket' diye de bir göbek adı eklemişler. Bu nedenle Rahşan Hanım'la enteresan bir gönül bağım vardır. Rahşan Affı'na kadar da kendisine karşı sempati beslemişliğim vardır. Takdir edersiniz ki, insan iki günde bir gazetede kendi adını görüp, yanında da korkunç bir cinayet, tecavüz görünce çok da eğlenmiyor...
Ben aklımı kaçırırdım Biz, siyasetçilerimizin duygu sahibi olmasına, espri yapmasına, şehit cenazeleri dışında gözlerinin dolmasına, ilginç bir müzik zevki sahibi olup beğendikleri müzik insanlarının konserlerinde kendilerinden geçmelerine falan alışık değiliz. Turgut Özal bu konuda birazcık renk sahibiydi, onu da gülümsediğinde bile şaşırdığımız birileri tepetaklak etti. Durum böyle olunca şiir yazan, sevdiği kadını başının ta tepesine koyan, her fırsatta "Rahşan nerede?" diye soran Karaoğlan özeldir benim için. Gerçi anayasa krizinde otomobilimi, evimi, hayatımı almıştı ama olsun... O duygusaldır, aşkını saklamaz. Rahşan'ı bir tanedir. Ama Rahşan Hanım pek de duygularını gösteren bir kadın değil. Bazı aşklarda, kaçan ve kovalayan vardır. Sanırım Rahşan Hanım 'kaçan'dı. 'Eco'su ise onu şımartan, seven, duygusal erkeği... Bu kadar uzun bir aşktan, hayattan, birliktelikten sonra onun yerinde olsam üzüntüden aklımı kaçırırdım sanırım. Ama o dün gece televizyonda çok sakindi. "Sağlığınız nasıl?" diye sorduklarında, "Benim sağlığım yerinde" dedi. Sesinde hafif bir titreme vardı o kadar. Sonra da cenazenin ardından yapacağı açıklamadan bahsetti. Belli ki, bu konuşma üzerinde çalışması gerekiyordu; yoğundu yani sizin anlayacağınız. Bu konuşmayı yaptığı yerde, Ecevit'in boş çalışma masası ona eşlik ediyordu. Ecevit'in koltuğunun üzerindeki minder bile daha hüzünlü görünüyordu. Hayır, illa herkes duygularını ortalara dökmek zorunda değil. Ağlamak, sinir krizleri geçirmek, acıklı laflar etmek zorunda değil. Ama biz kadınız ya, anlarız karşımızdakinin duygularını... Büyük aşkların arkasından kontrolün nasıl kaybedilebileceğini, öksüz kalmışlık ile yuvasından düşmüş kuş yavrusu arasındaki yoğun kıvamlı ve boğazı düğümleyen hissiyatı... Bilmiyorum, ben cenazeyi bekletip bekletmemeyi, yüz binlerin gelip gelmemesini, ağlayıp ağlamamasını önemsemezdim sanırım. Çünkü ben büyük aşkımın, erkeğimin ardından yüz binlere bedel duygu akıtırdım. Belki gözyaşı olarak belki de bebeğimin gitmeden önce bana yazdığı bir şiir olarak...
Ağacım ben dalları derinde Yaprağım ben paramparça suyla ışığın ellerinde Ben yüzen bir kuş Uçan gölgeyim suda Gökte bir ışık Göğüm ben Toprak yatağında Suyla karışık Eğil bana bak bana Senim ben Sana aşık Bülent Ecevit (1970)
|