| |
Nasıl bir Cumhurbaşkanı aramalıyız?
Her toplumun bağımsız, bağlantısız, özgür, özerk ve önyargısız düşünce üreten bilgili ve sorumlu odaklara ihtiyacı vardır. Bunların varlığı, yargısız infazları önler, tabuları yıkar, ahlakın ve hukukun evrensel değerleri hep hatırlanır. İdeal olan, "Cumhurbaşkanlığı" koltuğunda oturan insanın, bu tür bir kişiliği temsil etmesidir. Cumhurbaşkanlarının elbet "Partiler üstü" olması gerekir. Ancak partiler üstü olmak, aynı zamanda bazı partilerin karşısında olmakla karıştırılmamalıdır. Anayasal düzen veya uluslararası konjonktür o ülkede "Çoğulcu demokrasi"yi zorunlu kıldığı için bazı partilerin varlığını kerhen kabul etmek, asla partiler üstü olmanın derin anlamını içermez. Konfiçyus'un söylediği gibi, bir kralın oğlu olmak "Prens" kavramını doldurmaya yetmez. Prens adil olmalıdır, cömert olmalıdır, hoşgörülü, merhametli, cesur olmalıdır ki, "Prens" kavramını kişiliği ile doldurabilsin. "Resmi görüş" de, "Çoğunluğun düşüncesi" tabii ki devletlerin yönetiminde ağırlıklıdır. "Cumhurbaşkanı" ise bunların içeriğini de tartışabilmeli ve vardığı sonuç bunlara ters düşüyorsa, bunu da söyleyebilmelidir. O konuştuğu zaman da, toplumun geniş kesimleri, söylenilenlerin bağımsız, bağlantısız, özgür, özerk ve önyargısız bir insanın bilinçli, bilgili ve sorumlu düşünceleri olduğuna inanmalıdır.
GÜNDEM SIRALAMASI Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçimine çok az bir zaman kalmışken, bu tür arayışların artık gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Ne yazık ki, Türkiye gündeminin maddelerini öncelik sırasına göre belirlerken, çoğunlukla sıralamada yanlışlar yapıyoruz. "Gerçekten" önemli ve öncelikli konular ile, o anda bizim için öncelikli olan "Güncel" konuları birbirlerine karıştırıyoruz. Bu yüzden hemen her siyasi tartışmanın sonunda, her konu bir "Rejim meselesi", her genel seçim "Tarihi dönüm noktası" haline geliyor. Cumhurbaşkanları veya muhalefet partileri liderleri, "Uyarılar" yapmayı, siyaset etmekle karıştırıyorlar. Demokrasileri daha yerleşik olan ülkelerde, bu tür bir kamplaşma pek görülmüyor. Siyaset, onu birbirlerinin varlığına tahammülsüz karşı kampların kavgası şeklinde uygulayanların değil, birlikte yaşamanın koşullarını pekiştirenlerin mesleği olarak algılanıyor. Seçimleri doğal bir nöbet değişikliği olarak görülüyor. İktidardan düşmek bir felaket biçiminde görülmüyor. Neticede herkes biliyor ki. Montaigne'nin de 400 yıl önce yazdığı gibi, "Dünyanın bütün tahtlarında ve koltuklarında insanlar kıçlarının üzerinde oturur" ve en güçlüler de insan üstü değildir. Bu çağda ise gerçek gücün "Bilgi" olduğu, bilgiye ise ancak özgür ortamda ulaşılabileceği iyice anlaşılmıştır. Aynı şekilde kanunlar önünde insanların eşit olduğu bir ülkede istikrarın kalıcı olacağı da artık öğrenilmiştir.
SOYUT VE SOMUT Bu yazdıklarımız "Soyut" şeyler... Ama soyutları tartışamayan toplumlar, somut konularda, "Önemli" sıralamasını pek doğru yapamıyor. "Kanun ihlali" ile "Anayasa ihlali" birbirine karıştırıldığı için, "Rejim kavgaları" sarmalından çıkılamıyor. En son söylenilecek sözler, en az önemli sorunlar için de söyleniyor. Çok önemli ve hatta hayati konular bu arada çözümsüzlüğe bırakılıyor. Toplumun geleceği, bu konuların çözümsüzlüğüne endekslenip, karartılıyor. İç politikada da dış politikada da, öncelikli, akılcı, ülkenin büyük çıkarlarının gerektirdiği doğru kararlar alınmak yerine "Taviz vermeyiz" denilerek, kararsızlıklar gelecek yüzyıla aktarılıyor. İşte bu nedenlerle bir cumhurbaşkanı aranılırken, soyut da düşünebilen, gereğinde resmi düşünceye de, çoğunluğun görüşüne de "Yanlış" diyebilen, bağımsız, bağlantısız, özgür, özerk ve önyargısız düşünce üreten, bilgili ve sorumlu bir insanın Çankaya'da bulunmasının yararlarını da hesap etmeliyiz.
|