| |
Pozisyon bağımlısı siyasetçiler, ülkeyi zora sokar...
Tek başınıza bir uzak okyanus adasında yaşasanız bile, her konuda sadece kendi iradenize dayalı alınmış kararlarla yaşamınızı sürdüremezsiniz. En azından doğanın size zorladığı koşullara göre barınmanızı, beslenmenizi, hayatta kalabilmek için dış şartlara uyarlarsınız. Dünyanın tam orta yerinde bulunan ve her alanda dış konjonktürdeki gelişmelerden etkilenen bir devletin ise, içe kapanıp, herkesi ve her şeyi tehlike biçiminde algılaması asla mümkün değildir. Bu ülkede yöneticilerin ve düşünen beyinlerin dünyayı çok iyi izleyip anlamaları ve global eğilimlerin getirdiği kaçınılmazlıkları, ülkelerinin yararı doğrultusunda değerlendirmeleri, öncelikli sorumlulukları arasındadır. Bu açıdan Türkiye'nin iç ve dış politikasında da, ekonomisinde de anakronik yaşamak yani dünün anlayışlarıyla bugünü sürdürebilmek gibi bir lüksü asla yoktur. Üstelik bulunduğu jeo-politik konumu dolayısıyla, Türkiye'nin bütün ulusal sorunları, aynı zamanda uluslararası meselelerdir de.
SÜREKLİ GECİKME Osmanlı da, Cumhuriyet de bu gerçeği kavramış kadrolar yönetimde olduğu zaman, yükseliş devirleri yaşamışlardır. Ama bir dönemi veya bir durumu dondurup, " Bizim pozisyonumuz bu. Biz değişmeyiz " diyerek politika yerine pozisyon üreten kadrolar işbaşına geldiğinde ise, iç ve dış politika bunalımlarıyla ekonomik ve sosyal krizler sarmallarına girilmiştir. " Güneydoğu Sorunu " içindeki " Kürt Realitesi "ni resmi politikanın gereği olarak bu şekilde çok uzun yıllar boyunca görmezden gelmedik mi? " Kıbrıs "ı sadece bir " Milli Dava " olarak gördüğümüz ve uluslararası kalıcı ve adil bir çözümü ertelediğimiz için, şimdi bu sorun dış politikamızın ipoteği biçiminde karşımızda durmuyor mu? Çeşitli konularda ilan ve kabul ettiğimiz " Kırmızı Çizgiler "imiz, bölgedeki değişimler soncu birer birer morarmıyor mu? Bir büyük hata da, resmi pozisyonların sanki birer temel ve değişmez ilkeymiş gibi halk kitlelerine benimsetilmesidir. Bu nedenle siyasetçilerin politika üretmek konusundaki alanları da daralmış ve çeşitli konulardaki çözüm arayışları, " Hain " veya " Ver-kurtulcu " damgası yemek korkusuyla engellenmiştir. Tipik Türk siyasetçisinin nelere karşı olduğu, hangi konularda " Taviz " vermeyeceği bilinir. Ama aynı siyasetçinin, sorunlar karşısında ne tür alternatif çözümler önerdiği, hangi dış ve iç " Uzlaşmalar " için arayışa gireceği bilinmez.
POZİSYON BAĞIMLILIĞI Türk siyaseti belirlenen " Pozisyonlar "a uyum göstermek için, düşünce ve politika üretmekten aciz bir durumda bırakılmıştır. Bunun yansımalarını, kamuoyunun TürkiyeAB üyelik müzakerelerini izlerken gösterdiği " Yine mi biz taviz vereceğiz " şeklindeki tepkilerinde de görmüyor muyuz? Politika üretme konusundaki atalet ve ürkeklik sonucu, müzakerelerin bir " Tren kazası "na uğraması ihtimalini de göze almıyor muyuz? Oysa resmi pozisyon terk edilip, Annan Planı'nın kabulüne uzanan adımlar atıldığı için Türkiye-AB üyelik müzakereleri başlamıştır. Kıbrıs Türkleri Annan Planı'nı kabul ettikleri için, bugün Finlandiya başta olmak üzere AB üyeleri, KKTC'nin izolasyonunu kaldırmaya dönük çabalarını sürdürüyorlar. Biz Türkler olarak " Pozisyon bağımlısı " siyasetçilerle, Türkiye'nin ufkunu açan, vizyon sahibi, politika üretebilen, " Uzlaşma " kavramını " Taviz "le karıştırmayan, Allah'tan başka kimseden ve hiçbir şeyden korkmayan, yürekli siyasetçileri karıştırmayalım. Bir siyasetçi nelere karşı olduğunu açıkladığı zaman, " Sen nelerden yanasın, çözümlerin nedir " diye soralım.
|