Unuttuğumuz Irak'tan manzaralar
Bu hafta gazeteler Irak'ta savaşın bitiminden bu yana ölenlerin sayısının 655 bini bulduğunu yazdı. Amerikalı ve Iraklı bilim adamlarından oluşan heyetin rakamları tartışılıyor. Ama 655 değil de 455 bin olsa ne fark eder? Özetleyelim: Etnik temelli iç savaş, çoktan başladı. Bağdat'ta zayıf bir hükümet var. Türkiye ve ABD'ye rağmen Kürt partiler Kerkük'ün petrol gelirlerine el koydu. 2007'deki referandum, ertelenmezse hem kopuş hem de şiddeti arttıracak. Kuzey'ın bağımsızlık ilan etmesi veya Irak'ın bölünmesi, an meselesi. Washington'da Bush hükümetinin sağlam destekçilerinden Senatör John Warner'ın Bağdat'a gittikten sonra "Hükümet 3 ay içinde toparlanmazsa Amerikan askerlerini çekelim" tezini ortaya atmış olması, "çekilme" olayının er ya da geç olacağının göstergesi. Türkiye'de Genelkurmay, iç savaş, bölünme ve "Kerkük'te oldu-bitti" senaryolarına karşı alternatifli planlar geliştirirken, kamuoyunde Irak'a yönelik ilgisizlik had safhada. Pazartesi günü Irak Başbakanı Türkiye'ye geliyor, ancak Yalova kaymakamı gelse daha faydalı olurdu. Daha önemli bir adam var ama Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de asker de Türkiye'ye davet edilmesine sıcak bakmıyor. Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı olarak PKK konusunda ağırlığını koymaya çalıştı, ancak medyada ettiği gereksiz laflardan dolayı Ankara'yla arası açıldı. İşte bu ortamda size Irak'tan 3 manzara sunuyorum. Sahne Bir. Bağdat'ı ziyaret eden gazeteci bir arkadaştan bir email alıyorum. Aynen şöyle diyor: "Merhaba. Yine Bağdat'tayım. Burası tımarhane gibi. Dün gece evin yakınlarında havan topu, saldırı jetleri ve helikopterlerle tam bir meydan muharebesi vardı. Biz de bir film seyretmeye çalıştığımız için sinir olduk duruma. Sonunda dvd'den vaz geçip 'Bari havayi fişeklerine bakalım' diye çatıya çıktık. İşte böyle geçiyor. 'Özgürleştirilmiş' Irak'ın başkentinde bizi 'özgürleştirenler' tarafından bombalanmak komik sayılır." Sahne İki. Bu kez ABD'de yaşayan kulağı fazlaca delik bir gazeteci arkadaştan telefon alıyorum. Yıllardır konuşmamışız. Beni Ankara'da nasıl bulduğuna da şaşıyorum. "Washington'dan ayrıldım" diyor "Pisliğe, yolsuzluğa dayanamadım. Irak korkunç gidiyor. Artık kurtuluşu yok. Bu arada herkes kesesini doldurmaya çalışıyor." Colorado'ya taşınmış ve kitap yazıyor. "Clinton yıllarında da böyle şikayet ederdin hükümetten, yolsuzluktan" diye hatılatıyorum. "Ama Irak'ta işler başka boyutta" diyerek Kuzey Irak yönetiminden izin alarak Kerkük'te petrol çıkartmaya başlayanların isimlerini saymaya başlıyor. Kimileri yakın zaman önce resmi görevinden istifa eden Amerikalılar, kimileri Roger Tamraz gibi "Nerde savaş orada bereket" diye karanlıklardan beslenenler... Sahne Üç. Bu kez ben Bağdat'ta birilerine ulaşmaya çalışıyorum. PKK konususunda ne yaptılar? Bundan sonraki adımlar ne? Ralston'un varlığı hissediliyor mu? Çevresi tarafından "Mam Celal" diye anılan Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'ye yakın bir isimle uzun bir sohbetimiz oluyor. "Mam Celal, Büyükanıt ve Gül'ün açıklamalarına kırıldı" diyor. "Irak'ı şu anda daha iyi yönetebilecek, üzerinde daha fazla insanın konsensüs sağlayabileceği başka isim yok. Türkiye niye onu kullanmıyor?" PKK konusunu konuşuyoruz. PKK ya da Murat Karayılan'la doğrudan görüşmediğini, bunun Türk basınında yanlış anlaşıldığını söylüyor. Ancak PKK'nın ateşkese "ikna" edilmesinde Talabani'nin rolünü övüyor. "Bundan sonra ne olur?" diyorum. Örgüt içindeki farklı fraksiyon ve eğilimleri anlatıyor. Tatminkar bir cevap alamasam da sanki Türkiye'den bir işaret ya da esneklik beklediğini anlıyorum. Ama tam olarak ne?
|