Eti senin!..
Yoksulluğu aşağılayanlar, yoksulluğu, bazen de yoksulluğunu aşağılatmayı kabul edenleri kolayca buluveriyor. Çünkü, yoksul ama mağrur insanların önüne bir sınıf daha geçti. Onlar "arsızlar" olarak, kendileri arasından zenginleşmişlerle buluşuyor. Şöyle oluyor: Zenginleşmiş, servet, imkan, mal mülk sahibi Arsız; arada merhamet, şükür, iyilik, hayırseverlik veya reklam gösterileri için yoksullara ihtiyaç duyuyor. Zaten çok ya onlar. Ama en çok ihtiyaç duyduğu; halinden, acından, çocuğuna alamadığından dolayı utancı olsa dahi, asla kendini aşağılatmayan yoksullar değil. Onun ihtiyaç duyduğu, hiç utanmayan arsızlık sınıfınınkiler. O parayı havaya savuracak, berikiler bozuklukların peşine düşecek, üstüne üşüşecek. O bir çanak yemi saçacak; güvercinler birbirini ezecek. Şöyle kasım kasım, aha ağalığının, parasının tadını da, dadını da çıkaracak. Hayali buydu hep. Öyle büyünüyor, öyle itibar oluyor çünküm.
Bu ülkede, pazara akşam indi mi, sandıkların arasında kalanları toplayan yok mu? Var. Bu ülkede, açlık sınırının altında yaşayan, yani ölmediği sürece "yaşıyor" kabul edilen yüz binler yok mu? Var. Bu ülkede, eskileri söküp çocuğa kazak çıkaran, yamaları evladına hissettirmemeye çalışan, suyundan su çıkaran, hiç katık yapmadan iki lokmacığını da çocuğuna ayırabilirse şükreden yok mu? Var. Bu ülkede, yaygın, derin, şiddetli bir yoksulluk var mı, var. Ama kimsenin, kendi ağalığını, patronluğunu, hayırseverliğini, sermayesini, piyasasını gıcırlamak için açlığı, yoksulluğu, insanı aşağılamaya hakkı yok. Oysa bu nüfus patladı!
Adam et mağazası açıyor. Açması yetmemiş. Açılışa Rus'u, yerlisi manken, şarkıcı filan da dizmiş. Tonlarca tavuğu bedava dağıtacağını ilan etmiş. Çoluk, çocuk kapı önüne yığılmış. "Medyasız düğün" olmaz ya, belli ki davul zurna ilan da etmiş. Cebindeki sigaradan bir paket eksik içse, zaten bir bütün tavuk alabilecekler de dahil, ahali koşmuş oraya. Haydi bütün eller havaya. Terbiyesizliğin daniskası oradan çığırıyor: "En son ne zaman et yedin?" diye. Yoksulluktan ziyade arsızlığın daniskası onun suratına tükürüp oradan gitmiyor. Küstahlığın şahikası cıyaklıyor: "Dişlerin keskin mi?" diye. Tavuğu yemek için haysiyetini o küstahın arsız dişleri arasına terk edenler şöyle okkalı bir sövüp "Al tavuğunu başına çal" diye fırlatmıyor. Biri aşağıladıkça, öteki sırıtıyor.
Bu milletin, zengin ve de yoksul büyük çoğunluğu derece derece inançlı değil mi? Sordunuz mu, herkes namusuna, haysiyetine, şahsiyetine düşkün, değil mi? Neyin, kimin buyruğu o zaman, insanların birbirini para, pul, mal, açlık, yoksulluk, arsızlık üstünden aşağılaması, hor görmesi, kendini pespayeleştirmesi? Arsızlık bu iyi, mütevazı, yardımı sever ama reklamı sevmez insanlar ülkesinin ortasına nasıl çöreklendi; nasıl oldu da kendi yüzsüz, densiz, omurgasız, şımarık, küstah zenginlerini, girişimcilerini ve onların arsızlık cemaatinde parya haline gelebilen bir yoksul davranışını yarattı? İnsanlar birbirlerini aşağılamayı, kendilerini aşağılatmayı hor görmeyi ve hor görülmeyi hoş görmeyi nasıl bu kadar kolay benimseyebildi; birbirini ezmeyi, ittirmeyi, lime lime etmeyi hangi inancın, maneviyatın, namusun, onurun, birlik ve beraberliğin gereği sayabildi? Böyle miydi hep!
|