|
|
Din ve toplum
*Londra
Dinin toplumların yaşamındaki ağırlığı son 20-25 yılda hızlı bir biçimde arttı. Papa, Almanya'daki sözlerini 20 yıl önce söylese elbette yine tepki alırdı ama böylesine sokak gösterileri olur muydu emin değilim. Dinin toplum yaşamındaki ağırlığının artması kaçınılmaz olarak siyaseti de belirliyor. Foreign Affairs'in son sayısında Amerika'daki neo-evangelistlerin cemaat sayısındaki artış kilise bazında bir bir verilmişti. Liberal Protestanların sayısındaki hızlı azalışı burada net biçimde görüyorsunuz. Bu kayma aslında Amerikan dış politikasına da aynen yansıyor. Makalenin yazarı, Amerika'nın İsrail'e son dönemde verdiği destekteki artışı dinin siyasetteki rolünün artmasına bağlıyordu. Buna göre, evangelistler, Yahudi devletinin varlığını İncil'in söylediklerinin doğruluğunun ve İsa'nın yeniden doğuşunun bir işareti olarak görüyor. İsrail'in varlığını İncil'in ayetlerine bağlayan bu inanç, İsrail'e karşı çıkan herkesi ve her devleti inancının düşmanı olarak görüyor. Bu sadece Hıristiyanlara özgü bir durum değil elbette. Müslümanlıkta da dinin siyasetteki belirleyici rolünün artışına tanık oluyoruz. Ancak Müslümanlıkta din, antiemperyalist bir mücadele aracı olarak yükseliyor. Sosyalizmden umduğunu bulamayan Müslümanların 40'lı yıllarda başlattığı bir hareketin sonuçlarını görüyoruz bu dünyada. Elimde 11 Eylül saldırılarıyla ilgili yazılmış en çarpıcı kitaplardan biri var: The Looming Tower, Al-Queda and The Road To 9/11. Lawrence Wright'ın yazdığı kitap, İslamcı köktendinciliğin kilit figürlerinin yaşamını detaylarıyla anlatarak başlamış kitabına. Kitap, Seyid Kutb'un 1948'te Amerika'ya gitmek için başladığı gemi seyahatiyle açılıyor. Yazar, Kutb'un geziye çıkarken inançlı ancak modern bir insan olduğu gerçeğinin altını çiziyor. Kutb bu dönemde dini inançlarından çok milliyetçiliği, İngiliz işgaline duyduğu öfke ve anti-komünistliğiyle öne çıkıyor. New York ve Washington'da gördüğü yaşam tarzından hoşlanmıyor ve inançları giderek radikalleşiyor. Ancak Kutb'un bugünün siyasi İslamını belirleyen figür olmasına yol açan gelişmeler Kral Faruk'un devrilmesi için Nasır ve Enver Sedat'la yaptığı işbirliği oluyor. Müslüman Kardeşler'le kurucusu Hassan Al-Banna'nın öldürülmesinin ardından bağlantı kuruyor. Bu bağlantı sonucu Nasır darbesine katılıyor. Yani aslında bir çeşit İslamcı Doğan Avcıoğlu rolünü üstleniyor. Ancak Nasır onun istediği İslam devletini kurmayınca ipler kopuyor. Kutb, hem laik yönetimden, hem komünistlerden, hem kendisi gibi düşünmeyenlerden nefret eden bir düşünür haline geliyor. İdama giderken gösterdiği metanet ve Nasır'la yaşamı için bile olsa pazarlığa girmemiş olması gelecek kuşakların gözünde bir kahraman olmasını sağlıyor. Öfkesi, Batı'ya ve değerlerine nefreti bugün yaşadığımız gerilimin temelini oluşturuyor. Elbette, Hıristiyan örgütlenmesinin başındaki Papa ile Seyid Kutb'u bir tutamayız. Ancak her dinin içinde fanatikler ve kendisi gibi inanmayanlardan nefret eden insanlar olduğunu unutmayalım.
|