 |
|
 |
 |
 |
 |
 |
SMS: SO yaz boşluk bırak mesajını yaz 4122'ye gönder |
|  |
|
 |
 |
 |
 |
 |
 |
 |
 |
|
|

5 yılın ardından
Pazartesi günü 5'inci yılı idrak edilen 11 Eylül 2001 saldırılarının bir dönüm noktası olup olmadığı hala tartışılıyor. Bazıları 11 Eylül'ü dünya siyasetini radikal şekilde değiştiren bir olay diye tanımlıyor. Diğerleri ise 11 Eylül'ü değil Sovyetler Birliği'nin dünya sahnesinden çekilmesini veya Berlin duvarının yıkılmasını bugün varolan durumun başlangıcı sayma eğiliminde. Kimi verilere bakıldığında meşum saldırıların dünyanın genel gidişatını değiştirmediği görülüyor. Küreselleşme süreci hafif bir sarsıntı ardından tüm hızıyla sürdü. ABD'nin ihracat rakamları 2001'deki aylık 60 milyar dolardan 2005'teki 75 milyar dolarlık seviyeye çıktı. 2001 yılında 8 trilyondan 7,8 trilyona düşen dünya ticaret hacmi 2005 sonunda 12 trilyon seviyesindeydi. Terörizm korkusunun en çok zarar vereceği düşünülen turizm sektöründe 2001 yılındaki toplam 688 milyon turist sayısı 2005 yılında 808 milyona fırladı.
ABD içine kapanmadı ABD'nin giderek dışa kapanacağı düşünülürken son dört yılın rakamları bunun da gerçekleşmediğini anlatıyor. 2005 yılında ABD devletinin verdiği çalışma vizesi sayısı küreselleşmenin doruk yılı sayılan 1998'e göre daha yüksekti. ABD üniversitelerine kabul edilen öğrenci sayısında 2002 den 2005'e kayda değer bir düşüş yoktu. ABD'nin dünyadaki imajı açısından da 11 Eylül öncesi ve sonrasında hayret verici bir benzerlik söz konusuydu. 1995 yılında hayli popüler olan Bill Clinton'un başkanlığı sırasında ABD'yi hoyrat ve korkulur bulanların oranı Britanya'da bile yüzde 61 düzeyindeydi. Bu rakamların ötesine gidildiğinde ise dünya siyasetinde 11 Eylül'ün küçümsenmeyecek bir kırılma noktası olduğunu söylemek mümkün. 11 Eylül sonrasında Bush yönetiminin dünya sistemini ve kurumlarını hiçe sayarak son derece radikal politikalar uygulayabilmesini sağlayan dinamik tek kutupluluk olgusu idi. Bu durumu yaratan ise Sovyetler Birliği'nin çöküşüydü. Yani asıl belirleyici olgu buydu. Ancak 11 Eylül'ün ardından Bush yönetiminin devreye soktuğu politikalarla şekillenen stratejik gerçeklik yeni bir çatışmayı, kutuplaşmayı ve beklenmedik gelişmeleri devreye soktu.
İran-ABD hesaplaşması var Hasan Bülent Kahraman'ın ABD bu 11 Eylül'ü çok sevdi adlı etkileyici kitabında ayrıntılı olarak analiz ettiği dinamikler sonucunda dünya tarihinin en güçlü ülkesiyle dünyanın en hızlı büyüyen dini cemaati olan 1,4 milyarlık Müslüman dünyası arasında karşılıklı korku, güvensizlik ve kuşkudan beslenen bir karşıtlık oluştu. ABD yönetiminin kurmak istediği düzen içinde İslam dini değilse bile radikal İslamcılık baş düşman ilan edildi. Irak'a yapılan müdahale ise Ortadoğu'da o güne kadarki istikrar amaçlı Amerikan politikasının reddi anlamına geliyordu. İstikrar arayışının 11 Eylül'e yol açan radikalleşmeyi getirdiğine inanan yönetim statükoya saldırdı. ABD Baas rejimini devirerek yalnızca Irak'taki siyasal iktidarın sosyal tabanını değiştirmekle kalmadı. Tüm Ortadoğu'da Sünni Arapların mutlak hakimiyetine dayalı düzeni sarstı, Şiileri siyasi anlamda ön plana çıkardı. İran'ın devrimden beri süregelen hegemonya arayışlarının önündeki engelleri de istemeden bile olsa kaldırdı. Bu nedenle de Ortadoğu'da gelecek dönemin düzeni açısından İran-ABD hesaplaşması veya uzlaşması belirleyici olacaktır. Radikal İslam ve buna bağlı terörizmin yarattığı kaos ise ABD değiştirmeye çalıştığı bölgelerde yaşayan insanların iradelerini dikkate almadıkça ve onların sesini dinlemedikçe dinmeyecektir. Kısacası 11 Eylül'ün sarsıntısı daha hayli uzun sürecektir.
|
|
 |
|
|