Lübnan'da Mehmetçiği bekleyen zorluk
Birleşmiş Milletler, Cuma gecesi sonunda sadede gelip İsrail ve Hizbullah arasındaki savaşın durduracak güçlü bir tasarıya onay verdi. Bunun bizi ilgilendiren bölümü, ateşkesin sağlanacak oluşu ve Lübnan'ın güney sınırına konuşlandırılacak barış gücü için Türk askerinin öne çıkması. Ankara, barış gücüne katılmak konusunda "Asker göndeririz ama önce ateşkes sağlansın, bu çok uluslu güçe Hizbullah'ı silahsızlandırma misyonu verilmesin ve çatışmada taraf gibi algılanmasın" şartlarını koşmuştu. BM'den çıkan karar, bu koşullarını yerine getiriyor. Ankara'da resmen olmasa da siyasi demeç ve ikili temaslarda "Gideriz" sözü verdi. Haliyle Mehmetçik kısa zamanda Lübnan yolcusu... Aslında Türkiye'nin izolasyonist değil bölgesinde aktif olmasını savunan biri olarak sevinmem lazım. Ankara'nın Orta Doğu'da üçüncü Dünyacı değil Batılı reflekslerle hareket etmesini tercih eden biri olarak, daha da sevinmem lazım. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin askeri gücünün Türkiye'nin uluslararası prestijini belirleyen önemli bir unsur olduğunu bilen biri olarak, daha daha sevinmem lazım. Ancak ne yazık bir Mehmetçiğin Lübnan serüveninde beni kaygılandıran noktalar var. Gerçi Türkiye'nin sınırda görev almasını Lübnan da İsrail de istiyor. Hizbullah'ın meseleye nasıl baktığını bilmiyoruz ama eminim AK Parti hükümeti İran nezdindeki ağırlığını kullanıp Hizbullah'ı bu konuda ikna edebilir. Ayrıca Avrupalılar, ABD ve İsrail de Türkiye'nin bu güçte yar almasından yana. Hatta iki gün önce Herald Tribune gazetesinde Ariel Cohen imzasıyla çıkan "Türkiye Lübnan'daki güce liderlik yapacak en ideal ülkedir" başlıklı yazı, Türkiye'nin bu iş için ne kadar biçilmiş kafta olduğunu öyle öve öve anlatıyor ki, 1 Mart tezkeresi öncesi Amerikan basınında çıkan romantik Türkiye yazılarını hatırlatıyor. Cohen, Türkiye'nin Müslüman ama laik olduğunu, barış gücü tecrübesini ve İsrail ile yakın ilişkilerinin yanında Suriye ve İran'la da nazik diyaloğu olduğunu anlatarak, Türkiye'yi bu mucizevi dengelerden dolayı Lübnan'daki barış gücüne komuta edebilecek yegane ülke ilan ediyor. Ancak bu dengeler gerçekten var mı? Yoksa Türk kamuoyunun İsrail-Arap meselesine bakışında ibre çoktan Araplara yönelmedi mi? Yanlız kamuoyu değil, siyasiler de konuya Türkiye'nin çıkarları değil İslami dayanışma açısından yaklaşmaya başladı. İsrail'in Lübnan operasyonunu protesto amacıyla Meclis'teki Türkİsrail Dostluk Grubu'ndan "şak" diye istifa eden 240 milletvekilinin en az 230'u, eminim ya Hizbullah'ı tutuyor ya da Hizbullah'ın İsrail'İn burnunu sürtmesini istiyordur. Sekiz ayaklı kenelerin İsrailli kadınlar tarafından getirildiği düşüncesinin yankı bulabildiği bir ğlkede yaşıyoruz. İsrail nefreti, her zamankinden daha fazla. Bu durumda İsrail ve Lübnan arasında konuşlandırılacak barış gücü kendi ülkemizde nasıl algılanacak? "Kötü İsrail'e karşı savunmasız Arapları savunun Müslüman güç" olarak mı? Diyelim barış gücü askeri disiplin nedeniyle alanda tarafsızlığını korudu, peki ya mazallah bir çatışmada şehit verirsek? Mevcut BM kararı, uluslararası güce Hizbullah'ı silahsızlandırma görevi vermiyor. Ama ilerde Hizbullah tekrar İsrail'e saldırırsa İsrail'e cevap verme imkânı tanıyor. Buna nasıl tepki veririz? Dediğim gibi aslında sevinmem lazım. Ancak Türkiye, kağıt üzerinde İsrail'le olan yakın ilişkisine rağmen kalben Arap cephesine çoktan geçmiş durumda. Barış gücünün bu kopuşu iyice hızlandırıp bizi iyice duygusallaştırma riski var...
|