Terör ile Mücadele
Tek tek devletler bir yana; büyük harfle "Dünya" uzun zamandır "terörle mücadele, terörizmle savaş" yapıyor. Dünyanın en ve tek süper devleti bu uğurda hem kendi kaynaklarını ve canlarını seferber etti, hem de başkalarının aklını, ruhunu, enerjisini ve çok çok ölüsünü. Sonuç, daha az "terör, terörist, terörizm" oldu mu? Neden onca işgale, tedbire, silaha, devlete rağmen olmuyor?
İlk izah elbette "terörün bizatihi azgın" olduğu noktasındadır. Ne yaparsan yap, iflah olmayacak, bu "ulusal ve uluslararası mücadele tarzı ile savaş" ın yokluğunda daha da azacaktır. Bu açıklama kolay olduğu ölçüde, mantıklı da gelir. Devletlerin, devlet adamlarının çoğu bunu söyler, birbirlerine bunu anlatıp durur, "kamuoyu" da öyle kabul eder genellikle. Ama bu izahtaki ciddi eksiklik, kendi ifadesindeki çelişkinin bir yanı ile hiç ilgilenmemesidir. "İfade" genellikle, bir tamlama şeklindedir: Misal, en yaygın olanı, "İslami" veya "İslamcı terör". Din, bir tamlama oluşturduğu "terör"ü tanımlar bir yandan. Yahut, bir milliyet, bir etnisite sıfatlaşır; teröre kimlik verir. Bu tamlamatanımlamaları kuranların çelişkisi şudur: Terör kelimesinin önüne konan din, milliyet, etnisite vasıtasıyla çok şey anlatıldığı sanılırken, aslında hiç bir şey kavramamanın alfabesi yazılır. Sıfat ne kadar kuvvetle vurgulanırsa, o denli de... Tarihten, hakikatten, en azından hakikatlerin ciddi bir kısmından, toplumsal travmalardan, köklerden, algılama, aşağılama, aşağılanma bağlamlarından, o dinin yahut etnisitenin başkaları karşısında konumlanışından veya ötekilerin onu nereye nasıl koyduğundan filan kopartılır. Biz, kendi halinde yahut ortalama insan imkanlarını epey aşmış olanlar, yani kendi yağında kavrulanlar veya başkalarının yağında pişenler, huzur, istikrar ve piyasa arayanlar veya "filancanın terörü" karşısında zaten o filancaya da peşin tepkiyle duranlar, haklı ve meşru biçimde, bu meseleyi sadece "terör" olarak kabul ederiz. Etmek isteriz. Ama önündeki sıfat zorlar ve meseleyi zorlaştırır. Ya denecektir ki... Falanca din, filanca etnisite... özü gereği hep terör kaynağı ve terörist yatağıdır. Yahut, terörü tanımlayan o sıfatın, bir topluluk, millet, milliyet, cemaat, zihniyet, ruh tarihi olarak, sıfattan öte bir şey olduğu da düşünülecektir.
Mesele, bombalarıyla Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, Budist çocukları da öldüren, kahpe yöntemlerle iç içe "terör"ün kendisini mazur kılıp kılmama sınırı değildir... Mesele, o dinlerin, mezheplerin, etnisitelerin nasıl bir tarihi ve güncel ruh hali içinde çıldırıp çıldırtılıp durmadan ve artarak çılgınlık da üretebildiğinin hiç değilse merak edilmesidir. Buna "sadece terörle savaş"ın aklı, kafası, mantığı yetmez. İstemez de. Çünkü, bize nedense "barışçı imiş" gibi gelen, "demokratik" sıfatlılar da dahil, nice devletin ve düzenlerinin özü, omurgası savaştır, çatışmadır, gerilimdir, korkudur, üstünlüktür, tahakkümdür, istismardır, nüfuzdur, baskıdır, kaba veya piyasa güçleriyle yağmadır, dayatmadır, başkalarını ötekileştirmek, ayrıştırmaktır, ayrımcılıktır. Bu öze, "terör" aşırı yabancı bir madde değildir her zaman; yeri gelir, terörün "salt terör" olarak varlığı, o düzenler için bir ihtiyaçtır! Ha, derseniz ki, "Terör o zaman onun ekmeğine de yağ sürer", bir şey demem.
|