| |
Neden üç günde on beş şehit verdik?
ABD Başkanı Bush'u arayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Tahammül sınırları aşıldı. Üç günde on beş şehit vermemiz kenara konulamaz" dediği basına yansıdı. Bu konuşmanın gazetelerde yer aldığı gün Van'da dört askerimiz daha yaralandı. Dileriz sağlıklarına hızlıca kavuşurlar.
Sabahın erken saatlerinde Ankara Havaalanı'nda şehit düşen askerlerden birinin cenazesinin getirilişine şahit oldum. Kısa bir törenle uçaktan alınıp cenaze arabasına kondu. İçim acıyla katıldı. Gencecik çocuklarımızı kaybetmenin dehşeti insanın içini kavuruyor. Birkaç gün önce de gazetelerden birinde Siirt'in Eruh ilçesinde şehit düşen askerlerimizin kısacık yaşamlarından kesitler vardı. 20 yaşındaki Kamil'e Kıbrıs'ta şehit olan amcasının adını vermişlerdi. Kahrolan annesi bunu Kamil'in kötü kaderi olarak değerlendirmekte. İçine kapalı Sedat bir Galatasaray fanatiğiydi. Yoksulluğun kepçesinde haşladığı Emrah bir çift yeni pabuç peşindeydi. Çocuklarımız art arda ölüyordu. Eruh'ta yitirdiklerimiz resmi açıklamaya göre "kırsalda arazi tarama faaliyeti içindeydi." Eruh'tan hemen önce de askerlerimiz Bitlis'te öldü. Önce mayına çarptıkları söylendi. Sonra "uzaktan kumandalı bir düzenekle" öldürüldükleri anlaşıldı. Üstelik buna bir de "korucu" şüphesi karıştı. Bizleri koruyacak olanları daha titiz bir yöntemle koruma olanağı yok mu? Ülkenin ve toplumun güvenliğini korumaya çalışan çocuklarımız nasıl böyle kolayca yitip gidiveriyor? "Saldırıp öldürdüler" diyoruz. Bizim askerlerimizi saldırıp öldürmek bu kadar kolay mı? Üç gün içinde on beş askerimizi arazi taramasında ve korucu şüpheli bir tuzakta yitirdik.
Kezzaplı acı hepimizi duygusallaştırıyor ve "güvenliği sağlayanların güvenliği" gündeme gelmiyor. Saldırganlara nefret kusuyoruz ama çocuklarımızın böylesine kolayca yok olmasını önlemek için ne gibi tedbirler alabileceğimizi soğukkanlılıkla tartışmıyoruz. Bizde böyle bir hassasiyet ilk kez basında Mustafa Karaalioğlu tarafından dile getirildi. "Artık o sorunun da zamanı gelmedi mi?" başlıklı yazıda şöyle yazıyordu: "Soğukkanlı olmak demek, en kritik, en acılı anlarda bile doğru soruları cesaretle sorabilmek demektir. Nasıl PKK'yı lanetleyip, arkasındaki güçlerin kimliğini sorguluyorsak, içimize yönelik soruları da sorabilmeliyiz. Cevabı zor da olsa... Mesela, terörle mücadele konusunda dünyanın en tecrübeli ordusunun, pek az ordunun sahip olduğu yetkilerle ve üstelik çok iyi bildiği bir arazide yedi askerini, bir korucusunu kaybetmesini 'askerlik mesleği' açısından sorgulayabilmeliyiz. 'Eruh Dağdöşü köyü kırsalında arazi arama tarama faaliyeti yapmakta olan' askerlerin karşılarına çıkan PKK'lı teröristler tarafından nasıl çaresiz bir şekilde şehit edildiklerinin bir izahı olmalıdır. Yani, askerlerimiz aramaya çıktığı terörist grubu karşısında, bilmediğimiz bir sebepten dolayı açık düşmüştür. Bu nasıl olabilmiştir? Şehit cenazeleri konusunda üst düzey bir duyarlılığı olan topluma bu felaketin nasıl gerçekleştiği bilgisinin de artık verilmesi lazımdır. Hata nerededir? İstihbaratta mı, planlamada mı, taktikte mi? Bu facia, kurmay hatasından dolayı mı, yoksa sözgelimi askerin tecrübesizliği yüzünden mi meydana gelmiştir? Bunu sormakta haklıyız zira, acısı çok taze bir başka olayla ilgili bilgiler ürkütücüdür. Eruh olayından bir hafta önce Bitlis'te beş askerin şehit olduğu, dört askerin yaralandığı olayın, kamuoyuna yansıyanın aksine, önceden yerleştirilen bir mayınla gerçekleştirilmediği, patlamanın uzaktan kumandalı bir düzenekle yapıldığı ortaya çıktı. Üstelik uzaktan kumandada bir korucunun parmak izi tespit edildi. Her konuda daha fazla bilgiye ihtiyacımız var..."
"Sınır ötesi harekâtı" konuşurken, sınırlarımızdan nasıl bu kadar rahat sızılabildiği konusu yanında, içerdeki saldırılarda neden böylesine çok şehit verdiğimizi cesaretle tartışmamız gerekiyor. Bunun sebeplerini ve çarelerini bulmadan sınır ötesi harekatı gündeme getirmenin bize pratik bir faydası var mı? Öncelikli olarak sınırdan geçişi ve ülke içindeki saldırıda insanımızı korumayı amaçlasak daha doğru olmaz mı? Çocuklarımızın niye öldüğünü bulmalıyız ki... Yeni kurbanlar verilmesin.
|