Yol ayrımı
Önümüzdeki dönemde Filistinİsrail sorununda iki tür gelişme olmasını beklemek mümkün. Ya savaş ve kan dökme sürecek ya da gerçek anlamıyla barışa yönelik adımlar atılacaktır. Bunlardan hangisinin gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğunu ise tarafların tercihleri ve siyasetleri kadar uluslararası sistemin davranışları da etkileyecek. O zaman bu meselenin iki haklı milliyetçiliğin aynı topraklar üzerindeki mücadelesi olarak değerlendirilmesi gerekir. Filistin meselesi yalnızca terör, tanınma, askeri müdahale türü tanımlamalara indirgenemez, o dar kapsamda anlaşılamaz. Hamas'ın askeri kanadına bağlı grupların gerçekleştirdiği anlaşılan ve iki askerin ölmesi birinin rehin alınmasıyla sonuçlanan saldırı, yeni bir savaş dalgasını başlattı. Gazze Şeridi'nin bir bölümünün İsrail ordusunca yeniden işgali ve karşılıklı savrulan tehditler dramatik gelişmelerin önünü açtı. Bu işin sonunun nereye varacağını kestirmek tam olarak mümkün değilse de şiddet sarmalının önü açıldı. Ancak yeniden başlayan savaş aynı zamanda savaş dışı seçeneklerin daha güçlü şekilde gündeme gelmesinin yolunu da açabilir. En azından İsrail'in tektaraflılık politikalarının beklenen sonucu vermeyeceğini göstermiş sayılır.
Sandıktan 'hayır' çıkacaktı Savaş sahneleri kadar heyecan verici olmasa da hemen aynı zamanda Hamas ile El Fetih arasında sağlanan anlaşmayı bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Haftalardır iç savaş provası yapmakta olan taraflar bir ay önce tüm partilerden Filistinli mahkumların hazırlamış olduğu ortak metin üzerinde anlaştılar. Metin, direnişin 1967'de işgal edilen topraklarla sınırlı kalmasını, Hamas'ın Filistin Kurtuluş Örgütü'ne dahil edilmesini ve FKÖ'nün tüm Filistinliler'in yegâne meşru temsilcisi sayılmasını öngörüyordu. Mahkumların metni bir ulusal koalisyon hükümeti kurulmasını da talep ediyordu. Mahmud Abbas, metnin Hamas tarafından kabul edilmemesi halinde temmuz sonunda referanduma gideceğini de ilan etmişti. Gerçi kamuoyu yoklamaları Filistinliler'in, ortak metnin talepleriyle hemfikir olsalar bile referandumda hayır diyeceğine işaret ediyordu. Ancak Hamas'ın siyasi kanadını da zor durumda bırakan son saldırı ve rehin alma olayının da etkisiyle Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bu konuda istediğini elde etti. Hamas'ın bu anlaşmayla İsrail'i tanımış olup olmadığı meselesi ise aslında talidir. Karşılıklı müzakere yeniden başladığı zaman zaten bu soru da anlamsızlaşacaktır.
Abbas'ın üç hedefi olmalı Şimdi Filistinliler'in ve İsrail'in atması gereken adımlar var. Son gelişmelerle otoritesini ve siyasi gücünü gösteren, kendisine müzakere yetkisi tanınacak Mahmud Abbas'ın en önemli hedefi, Filistinliler'in siyasi birliğini sağlamak olmalıdır. Henry Siegman'ın Herald Tribune gazetesinde yazdığı gibi Abbas'ın ikinci hedefi düzgün, yolsuzluklara bulaşmamış kişilerden oluşacak bir hükümet kurmak, üçüncü hedefi ise reformları yapmak üzere Hamas ile anlaşarak Meclis'i harekete geçirmektir. Kısacası Filistin tarafı kendisini yönetebileceğini ve sorumlu davranacağını gösterebilmelidir. Bunu gerçekleştiremezse geleceği karanlıktır. İsrail açısından da mesele giderek berraklaşıyor. Filistinliler'in ulusal haklarının ve taleplerinin reddiyle varılacak bir yer kalmadı. Tektaraflılık çözüm değil çözümsüzlüğün ve sürecek acıların formülüdür. Filistin asıllı Ürdünlü gazeteci Rami Huri'nin yazdığı gibi: "Eğer İsrail ciddi ve adil şekilde müzakere ederek yalnızca 1967 savaşının ikincil meselerini değil 1948'den kalma temel meseleleri de çözmeye hazırsa kalıcı ve adil bir barış mümkün olabilir. "
|