Nerden başlasam, nasıl anlatsam... London, London!
Yasal uyarı: Bu yazının sahibi, bu cümleleri takip edecek olan birkaç satırda geçmişte ne kadar ülke gezdiği, nasıl bir dünya vatandaşı olduğu, küresel farklılıklardan ne kadar haz aldığı üzerine bir övünme durumundan bahsedecektir. Kendisini horlamayın, mümkünse olduğu gibi kabul etmeye çalışın. Olmazsa da sayfayı çevirip bu acıya bir son verin.
15 yaşıma geldiğimde gece gündüz iki şey için dua ederdim. Birincisi bir pop starı ile turneye gitmekti. İkincisi ise dünyayı dolaşmaktı. 17 yaşıma geldiğimde ikisi aynı anda gerçekleşti: Tarkan'la İsviçre'ye gittim. Sonra da "Seyahat Ya Resulallah" demiş Hezarfen Ahmet Çelebi gibi bir o yana uçtum bir bu yana. 35'in üzerinde ülke gezdim (lütfen biraz daha hava atayım, Arjantin, Çin hatta Alaska'ya bile gittiğimi söyleyeyim. Tamam sustum!) Ama nedense Londra'yı görmek kısmet olmadı... Geçen hafta Londra'yı görene kadar, kahramanım Amerika idi. Hatta artık biliyorsunuz gidip orada yaşamayı bile denedim, ama başaramadım. Eğer Londra'yı daha önce görseymişim, hayatımda her şey farklı gelişirmiş. Londra'ya bir cep telefonu firmasının davetlisi olarak gittim. Yoksa bu sefil benliğin binlerce Pound'u ödeyip birkaç gün Londra'ya kaçacak hali takadi yok! Biliyorsunuz daha yeni ev taşıdım. Daha emlakçının taksitleri bitmedi ki ben (popüler deyişle) 'birkaç günlüğüne Londra'ya kaçayım'... Üç günlük bir seyahatti ve ben arada bir gün programdan kaçıp (Karın ağrısı hala işe yarayan bir bahane şükürler olsun ki!) kendimi Londra'nın şefkatli kollarına attım. Yazı tura atıp metrodan 'Covent Garden' durağında indim. Hava çok kararsızdı. Ben 20 derece bekleyerek yanımda incecik kıyafetler getirmiştim. Oysa Londra'da hava sadece 5 derece idi!
İNGİLİZ GÖRMEK İMKANSIZ! Neyse, Londra çok tuhaf bir yer. Sokaklarda İngiliz görmek neredeyse imkansız. Onun yerine dört bir yan Hintli, Arap, Türk insanlarla dolu. Hele bazı sokaklara girince insan kendini gerçekten Hindistan'a gelmiş zannediyor. Hava azıcık güneş açtığında; Covent Garden'in kocaman meydanı bir anda genç insanlarla doldu. Burası bir anlamda entelektüel bir pazara benziyor. Genç sanatçılar ürettikleri aksesuar, takı, kıyafet, mum gibi şeyleri makul fiyatlarla satışa sunuyor. Ancak bu 'makuliyet' tamamen İngilizler için geçerli! 1 pound için neredeyse 3 YTL ödemek zorunda olan biz zavallı ölümlüler içinse İngiltere tam bir eziyet... Güzel pub'larda bir kola 2 pound yani 6 YTL. E tabi insan bu; canı yanında 'Fish'n Chips' (Kızarmış balık ve patates tava) da çekiyor. Balığın yanında iki de bira tellendirirseniz, yanınızda bulunan ölümlük kalımlık sınırlı sorumlu seyahat paranızın 60 YTL'lik bölümü ile helalleşmek zorunda kalıyorsunuz. Ben her şeyin bu kadar pahalı olduğunu bilsem, sırt çantama birkaç kutu kola, bir iki konserve koymaz mıydım? Pub'a gidince de birinci kolayı söyleyip, sonra barmenin görmez tarafından çantamdaki koladan doldururdum. Yani maksat gönüller bir olsun değil mi?
KIZLAR DÖKÜLÜYOR! Beni Londra'ya asıl aşık eden şey de bu pub durumu oldu. Akşam saat 18.00 oldu mu işyerinden çıkan İngilizler, pub'ları doldurmaya başlıyor. Belli ki herkes her akşam aynı pub'a gidiyor. Çünkü herkes birbiri ile uzun uzun geyik yapıyor. Kızların kıyafetleri dökülüyor. Hatta çoğu 'chubby' yani tombiş! Tabii bu durumda pub muhabbetlerinin ne kadar önemli bir kişisi haline geldiğimi anlamışsınızdır herhalde. Publar'da öyle karşı cinsler arası uzun uzun insanı geren bakışmalar yok. Kız ya da erkek, birinden hoşlandığı anda masasına oturup geyik yapmaya başlıyor. Hoşlaşma olmazsa, doğrudan söyleniyor. Ama her şey hoşlaşma ile ilintilendirilmiyor. Eğer yalnızsanız, yakınınızdaki kalabalık ekip sizi yanına çağırabiliyor. Alışveriş olanakları inanılmaz... 'Boots' adındaki dev kozmetik market, gerçek bir kredi kartı katili! Oradan indirimde 1 Pound'a aldığım şampuanlar hem saçlarıma hem de arkadaş ilişkilerime iyi geldi. Arkadaşlarıma hediye ettiğim bu şampuanlar bir pahalı görünüyorlar ki sormayın... Dünya üzerindeki tüm CD, DVD ve Playstation oyunlarının bulunduğu 'Virgin' ve 'HMV' ise ruhumun derinliklerinde deprem yarattı. Lakin ortalama bir filmin fiyatı 60 YTL'ye ulaşabiliyor. Kıyafet konusunda ise fiyatlar akıllara zarar. Ancak ayakkabıların fiyatları hiç fena değil. Üç günlük keyifli bir Londra seyahati için 500 Pound cep harçlığı şart görünüyor! Pahalı mahalı ama, sırf pub'larda geyik yapmak için en kısa zamanda Londra'ya gitmek istiyorum. Ama bu kez çantamda konserveler ve kutu kolalar ile!...
|