| |
Bizim uzlaşmamız Ankara-Atina uzlaşmasından daha mı zor?
1960'lardan başlayarak Anadolu Türkleri "Misafir işçi" statüsünde Batı Avrupa'ya göç etmeye ve kısa süre sonra da "Uyum sorunları" çıkmaya başlayınca İsviçreli bir sosyal bilimci, Avrupalıların tepkilerini şöyle özetlemişti: - İşçilerin gelmesini bekliyorduk. Oysa bütün yerel ve ruhsal sorunları ile insanlar geldi! Aslında "Beklentiler" le "Gerçekler" arasındaki farklılık, her alanda böyle şaşırtıcı olabiliyor. Bizde de bazıları parlamenter demokrasi ile Türkiye'nin İngiltere gibi olmasını beklerken, sandıktan bütün özellikleri ile Türkiye'nin çıkmasına şaşırmamışlar mıdır? Bu gibi şaşırtıcı durumlara karşı iki farklı açıdan yaklaşılabilir. 1- Gerçeği kabul etmez ve karşınızdaki tablo ne olursa olsun, toplumu beklentinizdekiymiş gibi var sayarsınız. Örneğin başı örtülüler varsa, bunları yok kabul edersiniz. Petrolün varili 70 doları geçse de akaryakıtı eski fiyatla satarsınız. Kamu maliyesi iflas etse de, "Biz sosyal devletiz" diyerek 40 yaşına gelen insanlara emekli maaşı bağlarsınız. Sonuçta meslek olarak benimsediğiniz "Toplum mühendisliği", ülkenizi siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa sürükler. Devletle halkın arası açılır, paranız pul olur, evrensel rekabette hep nal toplarsınız.
ORTAK HEYECANLAR 2- Karşınıza çıkan gerçeklerle, beklentileriniz arasındaki uyumsuzluğun nedenlerini tahlil edip, bakış açınızı yeniden yapılandırırsınız. Beklentilerinize uymayan görüntülerdeki toplum kesimlerini "Ötekiler" diye görmezden gelecek yerde, onlarla sizin aranızdaki ortak noktaları ön plana çıkartırsınız. "Biz bize benzeriz" diyerek dünyadan kopacak yerde evrensel ekonomik ve siyasal gerçeklerle aynı titreşim katsayısını yakalamaya çalışırsınız. Saatinizi ve takviminizi hep güncel tutar, yurt ve dünya olaylarını dondurulmuş bir eski zamanın bilgileri ile değil, yeni bilgilerle anlamaya çalışırsınız. Türkiye'de beklentilerini at gözlüğü gibi kullanıp, güncel gerçeği görmezden gelenler de, gerçeği görmelerine rağmen buna uyum göstermekte zorlananlar da var. Çünkü "Yeni gerçek" çok boyutlu ve karmaşık bir yapıda. Örneğin Türkiye'nin sosyo-politik yapısının bir gerçeği toplumun inançlarının ve geleneklerinin ağır bastığı muhafazakar ve hatta mukaddesatçı bir tabloyu yansıtıyor olsa da, aynı gerçeğin bir diğer tablosunda da, Batılılık, modernite, yenilikçilik, dünyaya açıklık var. Siyasette hüner, bu iki farklı tabloyu yansıtan toplum kesimlerini birbirlerini yok edecek öğeler gibi sunmak yerine, bunların ortak noktalarını oluşturan "Yurtseverlik", "Ortak yarını paylaşmak" gibi öğeleri ön plana çıkarmaktır. Neticede bu topraklarda yaşayan ve yarınını bu topraklarda gören hepimiz için, devletin bütünlüğü, laik demokrasi, hukukun üstünlüğü, siyasi ve ekonomik istikrar, yurtta ve dünyada barış, insan hak ve özgürlüklerine saygı, ortak değerlerdir. Siyasi eğilimi ve inanç derecesi ne olursa olsun, insanlarımızın ortak bilinci, ister cumhurbaşkanı, ister başbakan, isterse bir bürokrat olsun, kamusal yetkiye sahip insanların, toplum kesimlerini birbirlerinden farklı kılan değil birleştiren ortak heyecanlarını, yarına dönük birlikteliklerini vurgulamalarını bekliyor.
BEKLENTİLER VE GERÇEKLER Yarım yüzyıla yakın süredir her an bir savaşın eşiğindeymiş gibi yaşayan Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs ve Ege gibi sıcak gerginlik konularını ikinci plana itip, "Ortak Çıkarlar"ı ön plana getirmeyi başarırken, Türkiye'nin içindeki birbirlerini rakip kabul eden düşünce odaklarının, siyasi ortamı sürekli bir kriz ortamında tutmaları akla ve siyasi ahlaka ne kadar sığar? Yani bir kesim Türkler, diğer bir kesim Türkler için, Yunanistan'la Türkiye'den birbirlerine daha uzak ve daha mı düşmandır? Daha somuta indirgeyelim. Cumhurbaşkanı Sezer ile Başbakan Erdoğan'ın hiç olmazsa "Avrupa Birliği'ne üye olmak" gibi bir ortak hedefleri yok mudur? Bu hedefe giden yolda militarist eğilimleri körükleyecek gerginliklerin bertaraf edilmesi, üyelik müzakerelerini tökezletecek çözümsüzlüklerin giderilmesi, devletin ve toplumun çıkarlarına daha uygun değil midir? "Derin Türkiye" nin beklentisi budur. Ama karşımızdaki genel tablo, bu beklentiye uymuyor. O İsviçreli sosyal bilimci gibi davranıp, şöyle mi diyelim yani: - Biz Türkler, siyasi bilinci, vizyonu ve uzlaştırıcı kapasitesi olan yöneticileri bekliyorduk. Karşımıza ideolojik saplantılarının köşelendirdiği egolarına dayalı olarak, birbirlerini ve kendileri gibi olmayanları yok sayan insanların çıkmasını istemiyoruz.
|