Al Gore'un filmi
Çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakacağız. Kendi annebabalarımızdan aldığımız gibi mi, yoksa yaşam koşulları daha da kötüleşmiş, doğal tehditleri artmış bir dünya mı? Bu sorunun yanıtı da, yaşamın bütün kritik noktalarında olduğu gibi, politik tavrınıza bağlı olarak değişiyor. Eğer Bush tarzı bir neo-con iseniz, çevrecilerin çok fazla gürültü yaptığına, aslında dünyanın 50 yıl önce olduğundan daha kötü olduğuna inanmıyorsunuz demektir. O zaman da, çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakacağınızı iddia edebilirsiniz. Bunu yaparken, Irak Savaşı'nda olduğu gibi, ölümcül bir yalan söylüyor olursunuz elbette. Demokratlar'ın son dönem sloganlarında olduğu gibi, "When Clinton lied, nobody died" (Clinton yalan söylediğinde kimse ölmedi.) Çünkü, bütün bilimadamları dünyanın giderek yaşanamaz hal aldığını, önlem alınmazsa bu durumun daha da kötüleşeceğini anlatıyor. 2000 yılının Demokrat Parti başkan adayı Al Gore, Amerika'da geçen hafta piyasa giren bir belgesel film yaptı. Fotoğraf dialarından oluşan bu filmde Gore, dünyayı bekleyen çevre facialarını ve alınabilecek önlemleri anlatıyor. New York Times yazarı Paul Krugman'a göre, bugün çevre kirliliğiyle mücadelenin önünde üç önemli engel var. Birincisi, haşlanan kurbağa sendromu. İnsanlar, tıpkı yavaş yavaş ısıtılan kurbağa gibi, usul usul tırmanan çevre tehdidini fark etmekte zorlanıyor. İkincisi, kazancını çevre kirliliği üzerine kuran dev firmaların yaptığı halkla ilişkiler faaliyetleri. Üçüncüsü, çevre kirliliğiyle mücadele yolunda atılacak adımların ekonomiye ağır bir darbe vurabileceği. Bu nedenle, Al Gore'un filmi özellikle Amerika açısından büyük önem taşıyor. Petrol tüketimine dayalı bir ekonomik yaşam süren Amerikan kamuoyu ne yazık ki, çevre tehdidinin en az farkında olan ülkelerin başında. Ard arda gelen fırtına felaketleri bile henüz Amerikan kamuoyunu, çevre kirliliğinin bedelini ödediklerine ikna etmiş durumda değil. Gore, filminde Antartika ve Greenland'daki son değişimleri çarpıcı biçimde ortaya koyduğu gibi, deniz suyu yüzeyindeki ısı değişimiyle fırtınalar arasındaki bağlantıyı da başarılı biçimde aktarıyor. Bununla yetinmiyor, Amerika'nın bugün bile çevre felaketinin önüne alacak teknolojiye sahip olduğunu, eksik olan tek şeyin politik irade olduğunu ortaya koyuyor. Artistten siyasetçi yaratma geleneğine sahip Türkiye'de, çevre veya sosyal sorunlar konusunda film yapacak bir siyaset adamına ne zaman rastlarız bilmiyorum ama Al Gore'un bu emeğini alkışlamak gerekir diye düşünüyorum. Kimilerinin 2008 seçimleri için adaylık çalışması olarak değerlendirdiği film umarım Türkiye'de de seyirciye ulaşma şansı olur, en azından NTV, CNBC gibi bir kanalda gösterilir. Sahillerinden zehirli varillerin fışkırdığı bir ülkede çevre kirliliğiyle mücadele bilincinin geliştirilmesi önemli bir iş. Bu konuda mevcut her fırsatı kullanmak gerekir.
|