|
|
Domuz eti koalisyonu
Konrad Adenauer Vakfı ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin ortaklaşa düzenlediği seminer için 18-20 Mayıs tarihleri arasında Antalya-Kemer'deki Majestic Mirage Park Oteli'ndeydim. İşte seminer harici birkaç gözlem ve anı: * 18 Mayıs Perşembe sabahı 06:30'da Atatürk Hava Limanı'na geldim. Otopark epey yoğundu. Ama ben uyanmadım. İç hatlar salonuna girdiğimde şaşırdım kaldım: Salı Pazarı gibiydi. Kuyruklar, kuyruklar, kuyruklar... Uçağın kalkmasına henüz 50 dakika vardı ama ne 'check-in' yaptırmak mümkün görünüyordu, ne de ardından güvenlik kontrolünden geçmek... Tam, 'acaba eve mi dönsem' diye düşünürken biri "N'aber" diye koluma dokundu: Akademisyen ve köşe yazarı Şahin Alpay! Bu sayede 'kaynak yaparak' bileti aldık. Uçağın kalkmasına 20 dakika vardı ve güvenlik kontrolü kuyruğu 100 metreye yaklaşmıştı. Şahin Alpay, bir kadın görevliden yardım istedi de uçağa yetiştik. Kemer'deki seminerde bir Alman gazetecinin uçağı kaçırdığı için İstanbul'dan gelemediğini öğrenince, birbirimizin yüzüne bakarak aynı cümleyi söyledik: "Alman disiplini içinde kuyruğa girmiştir!" Türk olmak bazen işe yarıyor. * Seminerde internetin yazılı medyaya etkisi üstüne bir konuşma yaptım. Arada 60 yaşlarında bir Alman adam hararetle elimi sıkarak 'Bravo, bravo' dedi. Hayrola, ne iş? Meğer bilgisayar mühendisiymiş. Öğretmen karısı hastalanıp erken emekli olmuş. Adamı da yaşlandı diye işten çıkarmışlar. Onlar da gelip Kemer'e; Kuzdere Köyü'ne yerleşmiş. Ucuz ve sıcak olduğu için... Adamın böyle heyecanla tebrik etmesinin nedeni internetin önemini ve yaratacağı değişiklikleri vurgulamam. "Salonda bulunan Almanlar'ın yarısı durumun farkında değil" dedi küçümseyerek. Ina Jonas-Nolte ile Joe Jonas, internette 'www.kemer- tr.info' sitesini kurmuşlar. Kemer'e tatile gelecek Almanlar'a para almadan yardımcı oluyorlar. Tek talepleri, 'domuz eti' gibi Türkiye'de bulunmayan ya da bulunsa dahi çok pahalı olan bazı yiyecekleri getirmeleri. Bu zahmet karşılığında vatandaşlarını çevrede gezdiriyor, yol gösteriyorlar. Kemer'e yerleşen tüm Almanlar gibi onlar da bürokrasimizin ağır işlemesinden, bir işi halletmek için ille de 'adamını bulmak' zorunda kalmaktan yakınıyor. * İlk günün akşamı müthiş bir beyin yorgunluğuyla seminerden çıktık. Otelin açık büfesine geldik. O da ne? Çiğ köfte de var! Hemen 'Türk'ün aklı' hareket geçti. Küçük tabakları kullanarak uzun masayı 'mezelerle' donattık: Turp, maydanoz, turşu, beyaz peynir, çöp şiş, yoğurt, salatalık, domates ve elbette rakı! Alman müşteriler efendi efendi yemeklerini yerken, biz otelin lokantasını meyhaneye çevirdik. Sohbette neler mi konuşuldu? Tabii ki rakıyı gören her Türk'ün konuştuğu şeyi: "N'olacak bu memleketin hali!"
|