| |
"Önemli ülke" ile "süper ülke"nin gündem farkları...
Kabul edelim ki biz Türklerin toplumsal bilincimizde tarihe ve siyasete dönük dramatik ikilemler ve açmazlar var. Örneğin "Osmanlı geçmişimiz "le, "Cumhuriyet dönemimiz" arasındaki ilişkileri sağlıklı biçimde kuramadığımız için, yurt ve dünya olayları karşısında yalpalayıp duruyoruz. Hepimiz Fatih'in ve Kanuni'nin torunları olmakla övünürken, hiçbirimiz Deli İbrahim'in de torunları olduğumuzu kabullenmiyoruz. 2'nci Abdülhamid'e dönük sevgi-nefret kamplaşması ise, bir çeşit güncel politika kavgası gibi. Bu kargaşanın siyaset ve diplomasi pratiğine dramatik biçimde yansıması ise, aynı anda kendimizi hem "Emperyal bir devlet" gibi, hem de emperyalist devletler tarafından köşeye sıkıştırılmak istenilen bir "Mazlum millet" gibi hissetmemizde görünüyor. Aslında Osmanlı yöneticileri de, Cumhuriyet'in devlet fonksiyonerleri de, toplumsal bilinçteki bu kargaşayı aşabilmişler ve dünya konjonktürüne pragmatik açıdan yaklaşmışlardır. Konjonktüre uyumsuz davranışların, ülkenin ve halkın başına ne işler açacağı, yaşanılan deneyimlerle öğrenilmiştir. Toplumdaki dış dünyaya karşı öfke ve nefret biçiminde şekillenen tepkiler sokağa döküldüğü zaman, diplomasi de bundan kötü etkilenmiştir. Mesela 1950'li yıllarda Kıbrıs dolayısıyla sokaklara dökülen öfkenin, 1955'in "6-7 Eylül" ündeki gibi bir pogroma dönüşebileceği ve İstanbul'un yağmalanacağı anlaşılmıştır. Bu tür deneyimler sonucu, mesela yine Kıbrıs yüzünden Türkiye'ye 1964'te ABD muhtırası niteliğindeki "Johnson Mektubu " gelmesine rağmen, Türk-Amerikan ittifakı bozulmamıştır. Şimdi dünya konjonktürü yeniden yapılanırken, TürkAmerikan ilişkileri de yeni bir zemine oturtulmaya çalışılıyor. Oluşturulacak yeni strateji belgesinin, ortak yanları vurgularken, görüş farklılıklarını askıya alması, doğal bir gelişme olarak beklenmeli. Bu süreçte dikkat etmemiz gereken nokta, toplumsal bilincimizdeki kavram kargaşasını, bu yeni ortaklık belgesine yansıtmaktan kaçınmamızdır. Dünkü gazetelerde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Gül ile ABD Dışişleri Bakanı Rice arasında geçen diyalogun, Gül tarafından aktarılan bir bölümü vardı. Şöyleydi bu bölüm:
ÖNEMLİ ÜLKE - Rice'la görüşmede konu iki ülkenin dış politika gündemlerinin benzerliğine geldi. Kendisine bir AB'li bakanla diyalogumu anlattım. O bakan bana, "Sizin gündeminizde ne var" diye sorunca sıralamaya başlamıştım: Irak, İran, Ortadoğu, Kafkaslar, Avrupa Birliği, terör, enerji... Daha lafımı bitirmeden bakan, "Aman Tanrım, bir süper güç kadar çok konuyla ilgileniyorsunuz. ABD de bunlarla uğraşıyor" dedi. Rice da bu anekdot üzerine "Haklısınız Türkiye önemli bir ülke. Bütün bu konuları gündemine almak zorunda" yorumunu yaptı... Bu noktada şunu vurgulamak gerektiğini düşünüyorum. Antoine de Saint-Exupery'nin "Küçük Prens "i uzayda planetleri dolaşırken, küçük bir planette yaşlı bir adamın kalın bir deftere bir şeyler yazdığını görür . "Ne yazıyorsunuz" diye sorunca yaşlı adam uzaydaki yıldızları deftere geçirdiğini anlatır. Küçük Prens, "Yıldızları deftere geçirince ne olacak" sorusunu yöneltince yaşlı adama, şu cevabı alır: - Yıldızları deftere yazınca o yıldızlar benim oluyor! Biliyoruz ki, dünyadaki çeşitli sorunların bir ülkenin gündeminde olması ile, o sorunların ABD'nin gündeminde olması, çok farklı sonuçlar doğuruyor. Bu açıdan Türkiye'nin gündeminde bulunan ve doğrudan Türkiye'nin etken olabileceği gündem maddelerinin başında "Avrupa Birliği'ne Üyelik" ve Türkiye topraklarındaki "Terörle Mücadele "nin geldiğini unutmamalıyız. Ve mesela Kafkaslar'daki veya Ortadoğu'daki sorunların çözümünde "Pasif gözlemci" olunduğu kadar, AB yolundaki en önemli engel olan Kıbrıs Sorunu'nun çözümünde "Aktif taraf" olmak, Türkiye'nin önemini vurgulaması açısından daha etkilidir.
AKLIN YOLU Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu'nun dünkü Zaman'da yer alan derin yorumunun son bölümünü aktararak bu konuyu noktalayalım: - Aslında Osmanlı geçmişine bu alanda (1'inci Dünya Savaşı'na katılma meselesi) ağır suçlamalar getiren erken Cumhuriyet rejimi de sıklıkla kullandığı anti-emperyalist söyleme karşı dış siyaset yapımına ideolojik yaklaşımdan kaçınmış, zaten reddettiği Osmanlı mirası üzerinden dış siyaset yapmayı ise hiç gündeme getirmemiştir. - Günümüzde bu mirasa sahip çıkarak tarihsizliği, kültürsüzlüğü reddetmek, onun ideolojik mülahazalarla eleştirilmesinin anlamsızlığını vurgulamak, ondan gerekli dersleri çıkarmak ve bu yolla güncel meselelere tarihbir bilinçle bakmak ne denli anlamlıysa, bu mirası ideolojik dış siyaset yapımının gerekçelerinden birisi haline getirmek de aynı derecede anlamsızdır. - Türkiye, konumu ve Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan dünya dengesi nedeniyle aktif, çok yönlü dış siyaset izlemek zorundadır. Ama bunun Osmanlı mirasçılığı zemininde yapılması faydadan ziyade zarar getirir. Bu tarihi mirası hakkıyla anlayabilen, ondan gerekli dersleri çıkartabilenlerin bundan sakınacakları ise şüphesizdir.
|