Acının satır arası
Bu işi yaparken, aklınızı, vicdanınızı acıdan acıya dolaştırırken; bildiklerinizi pekiştirir yahut değiştirir, bilmediklerinizi öğrenirken, alışkanlıklarınızı unutur hiç tanımadıklarınızı tanırken, doğrunun peşinde yanlış yapmaktan, yanlıştan kaçarken haksızlık etmekten, sütunu doldururken göz yummaktan korkarken... Öyle dere tepe düz giderken... Bazı dertler, sessiz sesler "üstünüze vazife" kalıyor. Bilen biliyor, seven seviyor, kızan kızıyor, ilgilenen ilgilenirken kimi ilk satırda kaçıyor... "OYAK, astsubaylar, uzman çavuşlar, Silahlı Kuvvetler'deki sivil memurlar" gibi bir mevzu da, "benim konum" oldu. Kimi içtenlikle, kimi tepkiyle dedi ki, "ya kendisi astsubay kökenli ya yakınları var veya subay düşmanı" diye. Cevaben dedim ki, "Hiç astsubay akrabam yoktu; çok yakınım bir albaydı. Merhum dayımdı. Askeri kampları, kışlaları, hastaneleri, lojmanları, silahları, cipleri, nöbetleri onunla gördüm. Kore'yi, Yassıada'yı bir de onunla öğrendim. İnsan, vicdan, asker, ihtilal ve idam, hayat-ölüm çelişkisini belki ilk, ruhlara şifa verirken yorulmuş ruhunda fark ettim." Dedim ki, "Ama, yeri gelir horlanan astsubay oluruz, yeri gelir astsubayın hırpaladığı er, bazen şehit yarbay, bazen babası, gün gelir delik deşik bir Kürt çocuk oluruz. Bazen geçim sıkıntısında polis, bazen polisin dövdüğü genç, bazen işkence görmüş beden oluruz. Bazen üniversite kapısında başörtülü kız, bazen başını açtığı için şiddete maruz bir kadın. Bazen biri, bazen hepsi oluruz. En azından, anlamaya, hissetmeye, anlatmaya, duyurmaya çabalarız." Bunları, özel yazmıştım onlara; elden ele dolaştı; biliyorum.
O yüzden, kızan kızsın ama, "acının satır arası"nı yazacağım. "Şehit Yarbay" Alim Yılmaz'ın hayatındaki en şiddetli çelişkilerden birini tahmin edeceğim. Tahmin edeceğim, belki yanılacağım ama, bunu bana o çelişkileri yaşayanlar, çok çok anlattı. Yarbay Alim Yılmaz'ın babası Mehmet Yılmaz, cenaze günü Hürriyet'in kaydettiği ifadesine göre "emekli astsubay"mış; edindiğim bilgiye göre ise "emekli jandarma uzman çavuş"muş. Bilirsiniz belki, hiçbir subay, çocuğunu astsubay, uzman çavuş yapmak istemez; astsubay, uzman çavuş çocuğu her ikisini de olabilir, ama bir astsubayın, uzmanın ille de asker olacaksa çocuğu, arzusu "subay" çıkabilmesidir. Belki hep böyle değildir; ama çoğunlukla böyledir. Astsubay babanın subay çocuğu önünde iki yol olur: Babasıyla hep gurur duymak ve asla gizlememek. Ya da, babasıyla gurur duyduğunda dahi, atmosferin üstlere yapıştırdığı kompleksle, gizlemek; adeta utanmak. Hatta, tepki duymak ve tepkiyi başka astsubaylara, uzmanlara yöneltmek. "Neden böyle?" sorusunun cevabını en iyi, astsubaylar, uzmanlar, subaylar biliyor. Hayat, bilmeyene öğretiyor. Ama pek konuşulmuyor. Çünkü; kahramanlık, şehitlik, acı öyküleri arasında, "satır arası" ihmal edilir, bazen görmezden gelinir, bazen gizlenir, bazen sansüre uğrar. Elbette evlatla duyulan gururdan daha büyüğünün ve evlat acısından daha büyük acının olamayacağını bilen Mehmet Yılmaz'ın "satır arası"nda şu da yazardı muhtemelen: Bir zamanlar en kıdemli konumda maaşları yarbay ile eşit olan astsubayların bugün üsteğmen maaşı seviyesine indirilmesi. Bir astsubayın, asla ve asla, master, doktora yapsa dahi, herhangi bir memur gibi 1'inci derecenin dördüncü kademesinden emekli olamayacağı. Geçen ay CHP'nin Meclis'e getirdiği bir "astsubaylara iyileştirme" tasarısı, AKP'nin "Genelkurmay istemiyor" gerekçesiyle gerisin geri gitmişti. Ve binlerce astsubay, uzman çavuş, sivil memur aidatıyla büyüyen OYAK, Erdemir'i aldığında, yönetime koyduğu 11 isimden 7'si emekli generaldi; üyelerinin çoğunluğu astsubaylardan kimse yoktu. Aynı OYAK, bu tavrı eleştiren Emekli Astsubaylar Derneği'ne 10 milyar TL'lik dava açtı. Hem de mahkemeden, yönetim kurulu üyelerinin gizlenmesini isteyerek. "Acının satır arası"nda, yeni şehit uzman çavuşlar İsa Çiçek ve Bahattin Kalaycı'nın da mesela, binlerce arkadaşları, emeklileri gibi, yaşarken nasıl bir geçim sıkıntısına ve güvensizliğe maruz kaldıkları da bulunur. Birileri "acının satır arası"na mutlaka kızar. Kızmasınlar; bunlar da var!
|