| |
Bilgisiz, iletişimsiz, katılımsız demokrasi modeli...
Türkiye'de toplumsal yaşam, dramatik bir paradoksun içinden bir türlü çıkamıyor. Bunun sorumlu taraflarından biri siyasetçiler ve bürokrasi ise, diğer tarafı da medya ve üniversiteler olabilir. Sözünü ettiğimiz paradoksun özünde şu tablo var. Toplumun geleceğini şekillendirecek konulara ilişkin bilgilendirmeler, tartışmalar ve karar oluşturma faaliyeti "Dar sokak" ta yapılıyor. Buna karşı incir çekirdeğini doldurmayacak, bugünden yarına iz bırakmayacak, bireylerin ve toplumun gelişmesine hiç katkısı olmayacak konular, "İletişimin otoyolları" nı işgal ediyor.
NÜKLEER SANTRAL Örnek verirsek. Bugünlerde tüm ülkenin geleceğine dönük iki karar alınma aşamasında. Biri nükleer santral yapımı, diğeri de sosyal güvenlik reformu. Bu iki konuda seçmen kitlesinin demokratik katılım açısından etkili olacak düzeyde bilgi sahibi olduğunu kim söyleyebilir? Buna karşı televizyon dizilerindeki yıldızların özel yaşamları veya hangi güzel kadının hangi varlıklı erkekle beraber olduğu benzeri konularda, toplum fertleri doktora düzeyinde bilgi ve düşünce sahibidir. Gerçekten önemli olan ve toplumun geleceğini şekillendirecek konular, Ankara'nın dar sokaklarında veya kamu dairelerinin karanlık koridorlarında ele alınıp tartışılmakta. Bu tür konularda "Statüko", "Dış konjonktür", "Siyasi dengeler" ve benzeri olgular karar oluşumunda ağırlıklarını koymaktalar. Seçimden seçime sandığa giden seçmenler ve sivil toplum örgütleri genellikle devre dışı. Onlar bizim demokrasimizin ve sözde bilgi ve iletişim toplumumuzun figüranları.
BİLGİ VE TOPLUM Genel olarak medya ve mevcut bütün bilgileri tartışıp yeni bilgileri üretmeleri beklenen üniversiteler ise, simgeler, semboller, şifreler, klişeler, şablonlar üzerinden önemli konuları ele alıyorlar. Aynı anda iki önemli konu birden ele alınamıyor. Bir olgunun içindeki birbirine zıt ama bir arada bulunmaları gereken öğelerden birinin mutlaka devre dışı bırakılması gerektiği düşünülüyor. Mesela nükleer santralın enerji politikamız açısından kaçınılmazlığı ile "Çevre güvenliği" nin birlikte var olabileceği düşünülmüyor bile. Ya "Nükleerci" ya da "Çevreci" olmak daha kolay geliyor. Sosyal Güvenlik Reformu'ndaki aktüarya hesabı kimseyi ilgilendirmiyor. Batı'nın seçkin gazetelerini her gün okuyan veya BBC benzeri yayın kuruluşlarının radyo ve televizyon kanallarını sürekli izleyen Türkler, bu tablonun daha fazla farkındalar. Geniş halk kitlelerini eğlendiren, oyalayan ve günün gerçeklerinden bir süreliğine uzaklaştıran magazin haber ve programları, onlarda da var. Onlar da Brad Pitt-Angelina Jolie beraberliğini ilgiyle izliyor mesela. Ama aynı anda İran'da ne olacağı, İtalya'da Prodi başbakan olduğunda nelerin değişeceği, Ortadoğu'daki ABD politikasının neden "Vahabi fobisi" nden "Şii fobisi" ne kaydığı, "Çin mucizesi" nin içeriğindeki kriz kaynaklarının geleceği ve benzeri sayısız önemli konu hakkında da, derinine bilgi sahibi olabiliyorlar. Varlık sebepleri dondurulmuş pozisyonları silkeleyip değiştirmek olması gereken üniversitelerimiz (Veya YÖK) ise, başlı başına bir "Pozisyonlar kalesi" bizde. Örneğin "Türban pozisyonu" nedeniyle, eğitim reformu yapmak adeta imkansız. Üniversiteler Batı'da Kilise ideolojisine karşı baş kaldırıp Rönesans'ın kapısını açtılar. Peki bu çağda üniversite herhangi bir "Resmi ideoloji" nin sözcüsü olabilir mi? Bizde olabilir. O kadar ki, demokrasi ile laiklik bu ideolojinin karşıt öğeleri gibi de sunulabilir bizde.
KRİZ FOBİSİ Gerçek bilginin dar sokakta, magazinin ve ideolojik klişelerin otoyolda gitmeleri, kesinlikle sağlıklı bir tabloyu yansıtmıyor. Aydınlanmış seçmen kitlelerinin katılımının olmadığı bir demokraside, geleceği görmek çok zordur. Belki bu nedenle ekonominin en sağlıklı olduğu dönemlerde bile, bu sağlıktan en fazla yararlananlar da, sürekli "Kriz fobisi" içinde yaşıyorlar. Çünkü kimse Ankara'nın dar sokaklarında ve karanlık koridorlarda kimin hangi dürtüyle hangi düğmeye basıp, ne olay çıkartacağını kestiremiyor. Sonuçta "Yabancılar" bizi bizden daha iyi görüyor. Genel Yayın Yönetmenimiz Fatih Altaylı'yla konuşan UBS Almanya Genel Müdürü Jochen Sauerborn'un "Siyasi bir krizle karşılaşmazsanız ekonomik kriz olasılığı görmüyoruz. Ufak tefek çalkantılar olabilir ama büyük bir sorun görünmüyor" şeklindeki sözleri de, bunun kanıtı değil mi?
|