Çoluk, çocuk...
Meğer Diyarbakır'da aklı olabildiğince başında bir Vali varmış... "Devletin temsilcisi" olduğunu asla unutmadan, "halkın valisi" olmayı da deneyen ve çocuklar öldüğünde belli ki çok üzülen ve başka ne yapılabilir, ne olabilirdi diye düşünen... O da jandarma tarafından fişlenmiş yani! Çünkü, bazen şu sözlere en çok ihtiyaç duyulduğunda, ya söyleyen çıkmaz, ya da dinleyen; yahut susturan çok olur, güçlü olur. Pişman ederler. "Taşlayanlar çoluk çocuktu, ne yapalım çocukları öldürelim mi? Refleksle değil, akılla hareket lazım. Daha büyük sorunlar üretecek kısa vadeli çözüm görünen hareketlerden kaçınmak lazım. Sert müdahale ile 20 yıl geriye gideriz." Hakikaten... "Demokratik hak" derken, pusu kuran, çoluk çocuğun geçtiği yollara mayın döşeyen, aman kenara çekilin demeden kardeşlerini, çocuklarını, komşununkileri, mahalledekileri önlere sürenlerin, onları hem de ekmek parası için kepenk açan hemşehrilerinin üzerine saldırtanların, onların cesetlerinden destan çıkarmak isteyenlerin; onları akılla, vicdanla engellemeyenlerin, dışlamayanların diyarında... Hakikaten... Valinin laflarını da ezip geçen "güvenlik güçleri" kurşun yağmurunda yere cansız düşen 3, 6, 8 yaşındaki bebek-çocukların ülkesinde... Hakikaten... "Terör örgütü" ile halkı uyarısında, "Çocukları öne sürmeyin, sonra ağlarsınız" derken, neredeyse "o zaman çocukları vururuz" demeye getiren, bunu her şeye rağmen haklı ve meşru gören başbakanların devletinde... Çoluk çocuğu düşünen, çocuk elinde taşla ortadayken dahi, camı boş ver, can önemli diye yüreğinden, aklından ve dilinden geçiren vali olabilmek çok zordur. Bu ülkenin sevecen çocuğu, kendi çocuklarının şefkatli babası, tüm çocukların gözlerinden öpen ve ellerini öptüresi valisi olabilmek zordur. "Akılla hareket" ile "vicdanla sükunet" zordur. Peki, biz, hepimiz, sağcı, solcu, muhafazakar, demokrat, milliyetçi, ulusalcı, Türk, Kürt, varlıklı, yoksul, eğitimli, ilk mektepli, okuma yazmasız, al yazmalı, hilal kaşlı, sinirli, endişeli, gergin... neysek artık, şunu deneyebilir miyiz: Okulda şiddeti filan konuşurken... Çocukları ölüme sürmenin de, öldürülebileceklerini söylemenin de, bilhassa öldürmenin de çok büyük ikiyüzlülük filan olduğunu düşünebilir miyiz. Hakikaten üzülebilir miyiz? Belki oradan başlarız da... Çocukları öldürmezsek yani, büyüyünce çok öldüren ve çok çok ölen olmalarını da engelleyebiliriz. Çocukları içten seversek, içimiz titrerse, hakikaten "akıllı" da olabiliriz. Ne bileyim, belki.
Hürriyet'te Bekir Coşkun, "Sessiz, duyarsız, umursamaz üniversiteli" yi yazmıştı. Siyasete, ekonomik, sosyal sorunlara ilgisiz ve hiçbir şeye ses çıkarmayan üniversiteliden. Hakikaten tuhaftır! Sadece öğrencisiyle değil üstelik; neredeyse ilk, orta öğretim çocuğu gibi görülmek istenen ve ne hikmetse çoğu da o seviyeye razı öğrencisiyle değil. Devlette çoğu memurlaşmış, amirleşmiş... Vakıflarda çoğu kullaşmış, patronlaşmış öğretim üyeleriyle de. Ama keşke şunu da yazabilseydi; bu ülkede "haber" dahi olamamasını da yazsaydı: Koskoca İstanbul Üniversitesi'nde, olur a, yemekhanenin özelleştirilmesine karşı çıkan öğrencileri, Parlak rektörün içeriye aldığı polis, kantinde dövdü, dövdü ve gaza boğdu. "Üniversite" boşuna böyle sessiz olmadı; devren evrenler, "parlak" dayaklar derken... Usluluk, sessizlik, üniversite çağında hala çocukluk kutsanırken... "Aklın, fikrin, bilimin, eleştirinin, çoğulculuğun, vicdanın merkezi" olması gereken kurumlar, bunadı! "Süt YÖKmüş" kedi gibi oldular. Onca akılsızlığımızın bir sebebi de belki budur!
|