| |
Kırmızı çizgidekiler
Güneydoğu'daki olaylar, dikkatlerin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir başta olmak üzere DTP yöneticilerinde toplanmasına neden oldu. Çünkü olayların patlak vermesinde ve tırmanmasında onların kışkırtıcı demeçlerinin başlıca etken olduğu görüşü son derece yaygın.
Eski PKK'lı Sait Çürükkaya'yı Kürt çevreleri çok iyi bilir. Örgütün ve Öcalan'ın gerçek yüzünü görünce 19 Mayıs 2000 tarihinde bir grup militanla Süleymaniye'ye sığındı. Daha sonra Almanya'ya geçen ve siyasi mülteci hakkı elde eden Çürükkaya, yazdığı "Apo'nun Ayetleri" kitabıyla Öcalan'ı öyle çıldırttı ki, İmralı'dan örgüte emir gitti: "Onu ortadan kaldırın!" İşte o Çürükkaya'nın Muş-Bingöl sınırında 14 PKK'lının öldürüldüğü çatışma konusunda "Bölgeyi tanıyan biri olarak" önemli tespitleri var: * Muş'un güneyi diye adlandırılan o yöre 1993'ten sonra PKK'nın üs alanı olmaktan çıktı. * Kışları karın 2-3 metreye ulaştığı bölgede değil PKK timi, bir yumurtanın bile saklanması imkânsız. Bu mevsimde oraya PKK birliği göndermek, açıkça çatıştırıp imhasını amaçlamaktan başka anlama gelmez. * Çatışmanın ertesi günü PKK'nın ölen 14 örgüt üyesinin özgeçmişlerini ve fotoğraflarını yayınlaması da ilk kez görülüyor. Kandil'deki PKK yönetimi çatışmaya giren birlikte kaç kişi olduğunu ve kimlerin öldüğünü aynı akşam nasıl öğrendi? Zira herkes bilir ki, çatışmaya giden birlik, yakalanmamak için başta cep telefonu olmak üzere hiçbir teknik araç kullanmaz. Hem sonra birlikten 2-3 kişi ayrılmış veya kurtulmuş da olabilir. 14'ünün de öldüğünü anında nasıl haber aldılar?
Senaryodaki DTP'liler Çürükkaya şöyle devam ediyor: "Bu birlik Kandil'deki karargâhın talimatıyla Garzan'a yollandı. Garzan yıllarca PKK'lıların imha alanı olarak bilindiğinden, gönderilen birlik gözden çıkarıldı, tüm sicilleri hazırlandı ve imha edildikleri haberi beklendi. Türk ajansları haberi verince, siciller de ANF'ye (örgüte yakın ajans) gönderildi. Sicillerin acil iletilmesinin nedeni, hemen isimlerin açıklanmasını sağlayıp, sıcağı sıcağına cenaze sahiplerini harekete geçirmek ve kitleleri ayağa kaldırmaktı. 15 Şubat'ta (Öcalan'ın yakalanmasının yıldönümü) Diyarbakır halkının DTP'nin organize ettiği gösterilere katılmaması, başta Murat Karayılan olmak üzere PKK yöneticilerini kızdırmıştı. Diyarbakır'ın ayağa kalkması için kurbanlara ihtiyaç vardı ve bu 14 kişilik birlik o amaçla gözden çıkarıldı. Böylelikle bir güç gösterisi fırsatı yaratılacaktı. Öte yandan DTP yöneticileri ve belediye başkanları sürekli demokratik yöntemlerle mücadeleden sözederken, ellerine sopa tutuşturdukları militanlarına dükkânları yıktırıp yaktırarak halka da partinin gücünü göstermiş oldular." Bu kanlı senaryoda en önemli rolü DTP'li yöneticilerin ve belediye başkanlarının oynadığı açıkça ortada. Örneğin Siirt İl Başkanı Murat Avcı, "Kimse dükkânlarını açmayacak, öğrenciler okula gitmeyecek" talimatı verirken, aslında PKK'nın emrini uyguladı. Kanıt mı? PKK'nın Batman'da dağıttığı bildiri: "Kimse işe gitmesin ve çocuklarını okula göndermesin." Ya Baydemir'in maskeli eylemciyi öpmesi, PKK bayrakları altında Kürtçe "Sizleri cesaretinizden dolayı kutluyorum" diye seslenmesine ne demeli? Ya başka bir belediye başkanının "Asker Kürdistan'da akıttığı kanın bedelini ödeyecek" sözlerine? DTP kurucularından Hatip Dicle'nin "Öcalan'ın partisiyiz" açıklamasıyla başlayan süreç, meydan okumaya dönüştü. DTP'liler bir yandan çocukları güvenlik güçleri önüne sürerek halkı tahrik etmeye çalışıyorlar. Bir yandan da kışkırtıcı demeçleriyle devleti kendilerine karşı harekete geçmeye zorluyorlar. Bile bile ateşle oynuyorlar. Ama Diyarbakır'da sağduyulu ezici çoğunluk bu oyuna gelmedi. Devlet de gelmeyecek...
|