Fakir fukara...
Bir büyük kulübümüzün yöneticisi dedi ki: "Bizim millet mazlumları sever!" Buradan yola çıkarak; Türk hakemlerinin, "fakir-fukara edebiyatıyla anılan takım"ı destekleyebileceklerini ima etti. Hakemlerin "göreceli" olarak lehine kararlar verdiği "öteki takım" a bakarak, bu tezin doğru olamayacağı söylendi çoğunlukla... Bu satırların yazarı ise, söz konusu açıklamanın "sosyolojik" açıdan Türkiye gerçeğini yansıtmadığını anlatmaya çalışacak. Tartışmaya "futbol alanı" dışından bakacak.
Hayır. Doğru değil! Bizim millet, "mazlum" ları değil, "güçlü" olanları sever. Fakirleri değil, zenginleri beğenir. Ayağında çarığı olmayan "maraba" lar gider, toprak ağası Menderes'e oyunu verir. Demirel'i "Çoban Sülü" olduğu için değil, İslamköy'den çıkmış zengin olduğu için iktidara getirir. Turgut Özal : "Ben zenginleri severim" der, millet de "o" nu sever. Bakmayın "bir kısım medya" nın zamanında Tansu Çiller'i devirmek için "malvarlığı" nı kullanmış olmasına. Sonradan edinilmiş "malvarlığı" aslında takdir edilen en büyük becerisidir Çiller'in. Mesut Yılmaz'ın da öyle. Gelmiş geçmiş öteki liderlerin de... Son dönemde, Başbakanla ilgili "malvarlığı" tartışmalarının Erdoğan'ı yıprattığını sananlar da fena halde yanılır. Velhasıl... Onlar; halkın gözünde, başarmış ve kazanmışlardır. Zengin oldular diye kimse kızmaz onlara. Gizliden gizliye takdir edilirler yalnızca. "Kendisine hayrı olmayanın millete de hayrı olmayacağına" inanılır bu ülkede. Son günlerde çok tartışılan "muhafazakârlık" araştırmasının sonuçları ne diyormuş, bir de ona bakalım mı? "Türkiye'de halka sirayet etmiş en etkin ideolojik yönelim Özalcılık. En çok beğenilen siyasi liderler de diğerlerinden çok açık farkla Özal, sonra da Menderes." "Peki ama Ecevit?" sorularını duyar gibiyiz. "O" nun 70'lerde destek görmesi; halkın ekonomik beklentilerinin değil, demokrasideki bunalmanın sonucuydu daha çok... Ecevit'e 1999'da oy getiren olayın "baş aktör" ünün, bugünün "İmralı mahpusu" olduğunu ise hepimiz biliyoruz.
Ya çok zengin işadamlarına gösterilen ilgi ve sevgiye ne demeli? Rahmetli Sabancı'nın cenaze töreninde caddelerden taşan kalabalığın "milli gelir" den aldığı payı merak etmez misiniz? "Fakir fukara" nın cenaze törenleri mi? Yunus Emre ne demiş: "Bir garip ölmüş diyeler / Soğuk su ile yuyalar / Üç günden sonra duyalar / Şöyle garip bencileyin..."
Durum böyle. Peki şu "fakir-fukara" olarak tanımlanan kulübümüz gerçekten de yoksul muymuş acaba? Spor servisindeki arkadaşlardan kulüplerin mal varlıklarını rica ettim. Vay canına! Meğer Türkiye'nin en "zengin" kulübü Galatasaray'mış. Tapulu mülklerinin bugünkü satış değeri neredeyse yarım milyar doları buluyormuş. G.Saray'ın sorunu; yönetim sorunuymuş meğer! Menkul ve gayri menkullerinin "para" ya tahvili meselesiymiş. Ve "borçların çevrilememesi" ymiş. Buna karşılık, tartışmayı başlatan kulübümüzün, yani Fenerbahçe'nin hiç tapusu yokmuş! Öyle dediler! Sahibi göründüğü tesislerin tamamı devletten uzun süreli kiralanmış gayri menkullermiş. Falan filan...
Bunlar bizim işimiz değil. Fakat şu söylenebilir: Malın mülkün, hatta paranın pulun da önemi yok. Önemli olan o "mal-mülk" ten, o "varlıklar" dan yarattığınız katma değer. Kapitalizmin altın kuralı bile böyle: Yani ne kadar "değer" yarattıysanız o kadar zenginsiniz. Futbolda "katma değer" in adı "kupalar" olmalı öyle değil mi? Böyle bakılınca asıl zenginlik banka kasalarında değil, müze raflarında sergilenen zenginlik olmalı. Üç resmi kupa; yani Türkiye Ligi, Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda G.Saray'ın toplam 37 kupasına karşılık, en yakın rakibinin kupa sayısı 26'ymış. Bir adet UEFA, bir adet Süper Kupa da cabası... Bu durumda, kafalar karışır tabii: Kim güçlü, kim mazlum; kim zengin, kim fukara; kim kimi sever, kim kime hayran? Orhan Veli'nin dediği gibi: Karışık bir iş vesselam!
|