Hıncal Uluç ve laikçi anlayış
"Sıdıka Hanım'ın türbanı" başlıklı yazıma Erdal Ağabey'den değil, Hıncal Uluç'tan yanıt geldi. Beklendiği gibi, Hıncal Uluç, "Ergun ve benzerleri daldıkları gafletten ne zaman uyanırlar bilmem... Uyanmalarını da istemem. Çünkü, o gün bu ülkenin felaketi olur. Ergunlar ancak felaket günü gerçeği görecek bir uykunun içindeler... Öyle saflık içinde inanıyorlar ki, en küçük karşı fikre tahammülleri yok" yorumunda bulunmuş. Yani, biz başörtüsünün özel yaşam alanında takılmasının bir hak ve özgürlük, kişilerin hakkı ve özgürlüğü olduğunu söyler ve savunurken, bir gaflet içinde bulunuyormuşuz. Sondan söyleyeceğimi baştan söyleyeyim... Kişiye bağlı temel insan hak ve özgürlüklerini, bu hak ve özgürlükleri kamunun müdahalesine karşı korumak gerektiğinde, ben kesinlikle haklar ve özgürlüklerden yanayım. Eğer, hak ve özgürlükleri savunma konusundaki bir anlayış gaflet içinde olmak anlamına geliyorsa, bu nitelemeyi şerefle kabul ederim. Ama, Hıncal Uluç ve onun gibiler unutmasın ki, insanlık tarihinin bütün köşe taşlarında bir ilerleme kaydedilmişse, baskıya, zorbalığa ve zulme karşı, haklar ve özgürlükleri savunan fikirlerin mevcudiyeti ve bu fikirlere sahip çıkan insanların mücadelesi sayesinde kaydedilmiştir. Türban ya da başörtüsünün hak ve özgürlükler karşısındaki konumuna gelince; her şeyden önce, Hıncal Uluç ve benzerlerinin göz önüne almadığı bir toplumsal gerçek var. Türkiye Cumhuriyeti, laik ve demokratik bir devlet biçimine sahiptir. Bununla birlikte, toplumumuzda yaşayan insanların çok önemli bir kesimi, kendisini Müslüman olarak tanımlamakta ve İslam'ı bir din olarak veya en azından hakim bir kültür olarak yaşamaktadır. Kısacası, İslamiyet bir din ve kültür olarak toplumsal gerçekliğimizin bir parçasıdır. Böyle bir toplum yapısında yaşayan, birey olarak tek tek kadınların ister dini, ister kültürel kimliğinin bir parçası olarak, adına ister türban ister başörtüsü deyin, bireysel tercihle başlarını örtmeleri, o kişilerin hak ve özgürlüğüdür. Buna bireysel düzeyde veya kamusal otoriteyle karşı çıkmak, o kişilerin hak ve özgürlüklerine açık bir müdahaledir. Başörtüsü takanlar ya da kamu gücüne sahip olanlar, başka kadınlara zorla "başınızı örtün" yönünde baskı, tehdit veya zorlama yapmadığı sürece, kamu gücünün kadınların başörtüsüyle uğraşması, anti-demokratiktir, hukuk dışıdır. Daha da ötesi, üniversite kazanmış, üniversite eğitimi görmek isteyen genç kızların, başörtüsü yüzünden okullara alınmaması, üniversite ilişkilerinin kesilmesi, antidemokratiklikten ötede bir zulümdür. Devletin, kamu görevlilerine ilişkin kural koyma hakkı elbette mevcuttur. Devletin bu kuralını beğenmeyen, önceden ilan edilmiş bu kuralını benimsemeyenlerin, kamu görevine talip olmamaları gerekir. Ancak, kamu hizmeti alan insanlara ve ergin olmuş, oy kullanma hakkını kazanmış üniversite öğrencilerine okuma hakkını ve kamunun eğitim verme görevini başörtüsüne bağlamak, demokratiklikle, laiklikle değil, olsa olsa "laikçi" anlayışla izah edilebilir. Ve unutmayın ki, laikçilik de bir başka fundemantalizmdir ve dinci fundemantalizmden daha az anti-demokratik değildir. Hıncal Uluç ve benzerlerine önerim, halkınızın değerlerine bu kadar kuşkucu, bu kadar tepeden, bu kadar dayatmacı bakmaktan vazgeçmeleridir. Eğer bizim dediğimizi kaale almıyorlarsa, o zaman öykündükleri Batı'nın önde gelen isimlerinden Joost Lagendijk'in sözlerine kulak versinler. Bakın Lagendijk ne demiş: "Dinin siyasetten tamamen ayrılması düşüncesi sadece bir yanılsama. Gerçekte Avrupa'da da din siyasette rol oynuyor... Türkiye'de başörtüsü yasağının gerekçesi radikalizm korkusu olmamalı. Çünkü radikalizm az değil, daha fazla demokrasiyle önlenir. Örnek olarak Arap ülkelerine bakın..." Yarın Bekir Coşkun'un bu konudaki görüşlerini tartışmaya açacağım.
|